Türkiye’de siyasi mücadelenin taraflarını tanımakta ve anlamakta zorluk yaşadığımız günlerden geçiyoruz. Hangi siyasi güçler bu ülkede muhalefeti oluşturuyor; CHP mi, HDP mi, FETÖ mü, PKK mı, yoksa Avrupa mı? Bu ülkede “ana muhalefet” kim? Alman şansölyesi mi muhalefetin başında yoksa Kemal Kılıçdaroğlumu?
Siyasi güçleri tanımak için kavganın kendisine odaklanmamız gerekiyor. Güne hangi kavgayla uyanıyoruz? Ya da güne kimle kavgaya tutuşarak başlıyoruz? Bir süredir Avrupa ile yatıp Avrupa ile kalkıyoruz. Batılı başkentler Türkiye’deki siyasi kavganın tarafı haline gelmiş durumdalar. Ankara’ya yönelik siyasi itirazların, eleştirilerin, suçlamaların merkezi artık Avrupa. Ana muhalefetin işini Alman şansölyesi yapıyor; iktidar partisi, Kemal Kılıçdaroğlu yerine Merkel’e ya da Avrupa Birliği yöneticilerine laf yetiştirmeye çalışıyor. AB kurumları Türkiye’nin her adımını mercek altına almış durumda. Kaldı ki üyesi bile olmadığımız AB, gelecekte de bir parçası olarak görmedikleri Türkiye’yi ve mevcut yönetimi her gün topa tutuyor; Türk hükümetinin nasıl oturup nasıl kalkacağına, Türkiye’deki vatandaşların nasıl düşünüp ne yönde kararlar alması gerektiğine Avrupa karar vermek istiyor.
Batı medyası her gün Erdoğan manşetleriyle çıkıyor. Hükümetleriyle, medyasıyla Avrupa ciddi ciddi ana muhalefet partisi görevini üstlendi. Türkiye’deki muhalefete artık istikameti Batı medyası veriyor; Avrupa’nın itirazı, eleştirisi ve suçlamaları burada muhalefetin sözüne dönüşüyor.
Yabancı başkentlerin ve medyanın yönlendirdiği, istikamet verdiği bir muhalefet gerçeğiyle karşı karşıyayız. 16 Nisan referandum sonuçlarına bakıldığında şu tablo ortaya çıkıyor; Türkiye’de iktidar “millet”tir ana muhalefet Avrupa. Yerli siyasi aktörlerin istikametini Batılı güçler belirlemektedir.