Siyaset adaleti ikame ve yaygınlaştırma sanatıdır, öyle de olmalıdır. Adalet ise her hak sahibine hakkını eksiksiz verebilmeyi amirdir. Her hak sahibine hakkını verebilme, hiç eksiksiz gerçekleşebilirse buna eksiksiz adalet anlamına “adalet-i mahza” denilir. Eğer adaletin ikamesi belli oranda gerçekleşiyor ve bir kısım haklar mühmel kalıyorsa buna da “adalet-i izafi” adı verilir. Adalet-i mahzanın gerçekleşmesi mümkünken adalet-i izafiye müracaat zulümdür. Adalet-i izafinin tercih edilme zorunluluğu olan yerlerde ise ruhsat ancak bu zorunluluk ölçüsünde takdir edilir; gerisi yine zulüm olur.
Devleti idare edeceklerde en az bu ölçüde bir adalet açılımı bulunmalıdır. Yoksa hak tevzii boşlukta kalır; işlerin ehil olanlara ulaşabilmesi zorlaşır hatta işler tamamen ehil olmayanların eline hapsolur. Buna mutlak manada emanetin zayi olması denilir. Emanetin zayi olması bir kıyamet habercisidir; fakat burada ontolojik anlamda bir kıyamet beklemeye gerek yoktur; bir siyasi yapılanma için bu kıyamet mevcut yapıyı bekleyen olumsuz sosyolojik sonuçlardır. Bu sonuçlar kimi zaman ani yıkımlar olabileceği gibi kimi zaman da tedrici yani orta ve uzun vadeli zamana yayılı yıkımlar da olabilir.
Bir hadis-i şerifte, başınızdaki yöneticiler içinizden çıkmış en hayırlılarınız olduğunda , zenginleriniz aynı zamanda en cömertleriniz bulunduğunda ve işleriniz kendi aranızda tesis edeceğiniz şûraya dayandığında şüphesiz yerin üstü altından sizin için daha iyidir, daha hayırlıdır; fakat başınızdaki yöneticileriniz en şerlileriniz olduğunda, zenginleriniz en cimrileriniz bulunduğunda ve işlerinizin bütünü kadınlarınıza teslim edildiğinde kuşkusuz yerin altı üstünden sizin için daha iyi, daha hayırlıdır, denilir.
Esasen siyasetten gaye, yerin üstünü altından daha iyi, daha hayırlı hale getirecek bir sosyal yapılanmayı inşa etmektir. Bunun üç ana şartı vardır. Birincisi yöneticilerin toplum içindeki en hayırlılardan seçilmesidir. Burada hayırlıdan maksat, üzerine aldığı işi en iyi şekilde yapacak ehliyete ve donanıma sahip olanlardır. Her meslekte ehliyet şart olduğu ve her meslekte en ehil olanı tercih bir fıtrat kanunu bulunduğu gibi yöneticilerde de aynı durum söz konusudur. Bir kişinin kendi vehimleriyle kendini bir konuma layık görmesi onun o konuma getirilmesi için kafi sebep değildir; söz konusu liyakat bizzat var olmalıdır. Böylesi bir liyakatin varlığı ise o kişiyi kendiliğinden diğer namzetlere göre seçkin hale getirir. Bu seçkinlik kolektif vicdanda seçilmek şeklinde karşılık bulur. Liyakat yoksa seçkinlik de yoktur. Seçkinlik olmadan gerçekleşen seçilmek kolektif vicdandan kabul adına karşılık görmez. Böyleleri layık olmadan kazandıklarını muhakkak müstahak olarak bir süre sonra kaybederler; varlıkları unutulur, hiçbir iz bırakmadan tarihin karanlık dehlizlerine gömülürler.
Sosyal yapının en hayırlı hale gelmesinde ikinci ana şart, zenginlerin cömert olmalarıdır. Zenginlerin cimri olduğu ortamda infak kültürü, paylaşım ahlakı güdükleşir, sıfırlanır. İnfakın bittiği yerde iktisadi muamelelerin cazibe merkezi faiz haline gelir. Faizin cazibe merkezi haline geldiği bir içtimai yapıda bütün insani değerler bir bir iflas eder. Ticari riskleri sıfırlama uğruna her türlü iktisadi teşebbüs dumura uğrar. İşadamları tembelleşir; istihdam asgari düzeylerde seyreder, üretim tüketime yenik düşer, sermaye belli grupların elinde toplanır; ilişkiler çıkar denen kısır döngüye kilitlenir. İnfak kültürünün unutulduğu toplumda zengin fakire, fakir zengine düşman hale gelir. Bu düşmanlık toplumda ayrı ayrı görüntülerle gerçekleşir. Ne ki sonuç değişmez, hayat kaosa kilitli hale gelir.
Üçüncü şart şûranın, istişare geleneğinin toplum hayatına hakim olmasıdır. İstişare çeşitli fikir ve düşünceleri sentezleme ve aksiyona dönüştürülecek bir fikri mümkün mertebe birbirine zıt çeşitlilikten ve bu arada çelişkilerden kurtararak tevhide ulaştırma ameliyesidir. İstişarenin olduğu yerde isabet vardır, istişarenin olduğu yerde birlik, beraberlik vardır, istişarenin olduğu yerde olumlu- olumsuz her türlü sonucu paylaşarak sorumluluğun ağırlığını hafifletmek vardır. İstişare, düşünce denen çeşitli çiçeklerden bal yapma sanatıdır. Bal şifa olduğu gibi istişare de her türlü problemi çözmede daim çaredir, daim şifadır. Onun içindir ki pek çok ayet ve hadis istişareyi teşvik etmektedir.