İslam’ın başta iman ve ibadet esasları olmak üzere bütün meseleleri aktiftir, dinamiktir; her zaman, her ortamda ve müntesibi bulunan her şahıs için yaşanılabilir olma özelliğine sahiptir.
İslam özü itibariyle eskimez ki, tecdide, yenilenmeye tabi tutulsun; ölmez ki, ihya edilsin, diriltilsin. Yenilenen ve yenilenecek olan Müslümanların İslam’ın özüyle olan irtibatıdır. İhya edilen ve edilecek olan da İslam’ın kendi mana ve muhtevası değil, bu mana ve muhtevadan mahrumiyeti sebebiyle gerçek hayattan uzaklaşmış, ölmüş fetret dönemi Müslümanlarının fertleri, toplumlarıdır ve bu fertlerin, toplumların oluşturdukları hayat alanlarıdır.
İhya ya da tecdit misyonu üstlenecek çalışmaların mutlaka bu gerçekleri göz önünde bulundurması ve bütün çalışmalarını, bütün söylemlerini aktif ve dinamik bir üsluba büründürmeleri gerekir. Gerisi, maksada ulaşma bağlamında söyleyecek olursak sadece lüzumsuz gayret ve boşa giden emek olur.
“Biz ona şiir öğretmedik, bu ona gerekmezdi de” (Yasin, 69) ayetinin işaretiyle Kur’an-ı Kerim’de ve hadis-i şeriflerde bir tek mücerret (soyut) düşünce ve kavram yoktur. Söylenenlerin hepsi müşahhas( somut)tır, tekliflerinin hepsi de pratiğe yöneliktir. Zaten İslam’ın ilk iki kaynağının bu özelliğidir ki, öncelikle bu iki kaynaktan beslenen İslam da daima aktiftir, sürekli dinamiktir.
İman, pasif bir kabulleniş değil, aktif bir nurdur. Bu nur iledir ki, kişi mümin olduğu andan itibaren akli, kalbi, ruhi pek çok tahavvül ve değişimlere uğrar. Bu müspet değişim kısa zamanda onun hal, davranış ve fiillerine tesir eder; imanın amel-i salihle beslenmesi oranında da söz konusu tesir kişide yeni bir karaktere dönüşür. Böylesi bir inkılabı imandan başka hiçbir güç bu ölçüde ve bu seviyede gerçekleştiremez. Onun içindir ki Kur’an, kişiye kazandırmayı hedeflediği bütün erdem ve faziletleri iman esasları üzerine temellendirir; yeni ve mükemmel insan inşasını bu temeller üzerine kurar.