İmanın vakar ve ciddiyetini, İslam’ın izzet ve onurunu üzerimizde taşımaya başladığımız günden itibaren kendimizi dünyanın en bahtiyar insanları arasında sayabiliriz. Hem fert hem de toplum için bu böyle. Eksilerimizi, artılarımızı iman ve İslam’la irtibatımızı sabit kriter edinerek ölçmek zorundayız. Çünkü iman ve İslam, ilahi ahlak öğretilerinin bütünüdür. İlahi ahlaktan yani aşkın bir nizamdan, tecezzi ve inkısam kabul etmez kozmik bir disiplinden bahsediyoruz.
İnsan, fıtratı itibariyle kerimdir. İyiyi kötüden temyiz kabiliyetine sahiptir. İyilik ve kötülük onun içsel yapısında farklı ve zıt tepkiler oluşturur. Bu tepkilerin öğretici tecrübesiyle de insan, davranışlarını, harici bir etkiye ihtiyaç duymaksızın iyi ya da kötü olarak nitelendirir. İyi onu mutlu, kötü de mutsuz eder.
Ne ki, bu hissediş, algılayış ve tanımlayış, hayatın bütününe yayılacak oranda yoğun değildir. Ayrıca insan, nisyanla, unutkanlıkla maluldür. Dolayısıyla kötüyle arasına rezerv koymak ve daim iyiden yana tercih kullanmak hususunda sürekli uyarıcıya ihtiyacı vardır.