İnsanın bir sureti bir de hakikati vardır. Suret zahirde görünendir. Hakikat ise insanın mahiyetinde var olan güzel sıfatların bütünüdür.
Her insan bu sıfatlarıyla Cenab-ı Hakk’ın isimlerini ve sıfatlarını yansıtan tertemiz ayna durumundadır. Bu özelliği sebebiyle de her insan sıfatları yönüyle temizdir, nezihtir, masumdur.
Ne ki insan kendi hakikatinden gafil olduğu sürece söz konusu gerçeği kavramaktan çok uzaktır. Gafil insan kendi hakikatini kavramaktan uzak olduğu gibi başka insanların hatta başka varlıkların hakikatini kavramaktan da çok uzak durumdadır. İman ile gafleti üzerinden atamadığı, amel-i salihle kendi hakikatine ulaşamadığı sürece de insanın bu uzaklığı ebet müddet ve sonsuza kadar devam eder. Dünya ve ahiretin en müflis, hayırdan en mahrum insanı da böylesi gafiller olsa gerektir.
Kendi hakikatine dolayısıyla bütün varlığın hakikatine uyanan insan ise dünya ve ahiret saadetinin hazinelerini bulmuş sayılır. Böylesi insan, cennetteki Tuba ağacının meyvelerini dünyada da devşirir, ferdi, ailevi ve içtimai hayatını hep cennet televvünlü yaşar.
Huzurludur bu insan. Her yeri Rabbinin huzuru bildiği için huzurludur. Olan, olmakta bulunan ve olacak olan her şeyin Rabbinin takdiriyle ve O’nun gözetimi altında gerçekleştiğini ve gerçekleşeceğini bildiği için huzurludur. Dua ve taleplerinin muhatabı, kendisine kendi şahdamarından daha yakın olan Rabbi olduğu için huzurludur. Rabbinin her şeyi bilen, her şeyi gören, her şeyi duyan, her şeyi yaratmaya ve her belayı uzaklaştırmaya gücü yeten bir Rab olduğunu bildiği için huzurludur. Kendisinde Rabbinin hitap çiçeği açtığı için huzurludur. O’nun hitaplarına, O’nun emir ve yasaklarına doğrudan muhatap, doğrudan özne olduğu için huzurludur.