Ezan bir çağrıdır, Hakk’a davettir. Allah’ın, izafiyet ölçüleri içinde değil, zatında en büyük olduğunu, büyüklüğün ondan başkasında ancak izafi ve mecazi anlamda kullanıldığını, büyüklük denince sadece O’nun hatırlanması gerektiğini bütün cihana ilandır. Büyük Allah’tır, en büyük Allah’tır. O’nun büyüklüğü, büyüklük olarak anlatılabilecek her şeyin ötesinde, her şeyin üstündedir. Diğer varlıkların bütünü, O’nun varlığı karşısında bir hiçten, zayıf bir gölgeden ibarettir. Öyleyse diğer varlıklara izafe edilen büyüklük de O’nun büyüklüğü karşısında öyledir yani koca bir hiçten ibarettir. İşte ezanın ilk cümlesi bu manayı ifade eder, insanlara hiçliğini hatırlatarak onları kulluk denen aidiyet yoluyla her şey olmaya davet eder.
Ezan bir tanıklıktır, Allah’tan başka ilah olamadığına, yaratılmış bütün varlıkları da şahit tutarak şuhudi imanla şahitlik etmektir. O’ndan başka ilah yoktur. Çünkü ilah olma hususiyeti sadece O’nda vardır. İlah tek olmalıdır. İlah, kimseye muhtaç olmamalı herkes ve her şey ona muhtaç olmalıdır. İlahın varlığı zatından olmalı, yani sonradan vücut bulmuş olmamalıdır. Bu sebeple de ilah, ne kimseden doğmalı ne de bir başkasını doğurmalıdır. Bütün varlık içinde onun bir dengi de bulunmamalıdır. İşte özetin özeti olarak ezan, böylesi bir hakikate tanıklık ve böylesi bir imana çağrıdır.
Ezan, bütün insani ve İslami değerleri kendisinden öğrendiğimiz, elinde bine yakın kevni mucize ve ebediyet mühürlü ilmi mucize olarak da Kur’an bulunan; 15 asırdır milyarlarca insanın arkasından gittiği Hatemül Enbiya Hz. Muhammet Mustafa (S.A.V) Efendimizin Allah’ın resulü olduğuna da yine şuhudi iman ile tanıklık etmektir. O, peygamberlerin sonuncusu olduğuna göre, bütün bir peygamberliği de temsil etmektedir. Böylesi bir temsil, tanıklıkta bütün peygamberlerin peygamberliğini ispat eden bütün mucizelerinin delil olma gücünü de arkasına almak demektir. O, milyonlarca evliya ve asfiyanın, milyonlarca tahkik ehlinin ilmi delillerini, manevi keşiflerini, yanılmaz ilhamlarını da aynı kural çerçevesinde arkasına almıştır ve bu sebeple de onun peygamberliği güneşin varlığından daha zahir bir hakikat olmuştur. Bazı yarasa bakışlılar görmese de hakikat budur. Günde beş vakit okunan ezan da bu hakikatin şahitlerinden biridir.
Ezan, oruç, zekât, hac gibi diğer ibadetleri de içinde barındıran ve ayrıca diğer varlıkların ibadet şekillerini de yansıtan namaza bir davettir. O, ilahi huzurla müşerref olunacağının bir muştusu, ulu divanda hesap verileceğinin bir uyarısıdır. Hz. Ali (r.a.), her ezan okunuşunda sıtmalı gibi titrer, sararır, solardı. Kendisine bu halin sebebi sorulunca da, “Nasıl olmasın ki, biraz sonra Rabbimin huzuruna varacak ve bütün yaptıklarımdan O’na hesap vereceğim” derdi. Vücuduna saplanan oku çıkarmak isteyenler, “Seni ya bayıltalım ya da yaralı yeri uyuşturalım” dediler. “Niçin?” diye sordu. “Acı duymaman için” dediler. “Öyleyse oku ben namaza durduğumda çıkarın, çünkü ben namaza durduğumda başka şey duymaz olurum” dedi.
Ezan, felaha, maddi-manevi kurtuluş vesilelerinin bütününe bir çağrı, bir davettir. Namaz böylesi bir kurtuluş vesilesi olduğu gibi cemaat da böylesi bir kurtuluş vesilesidir. Ne ki bu cemaat çağrısı sadece ezan okunan cami veya mescitle sınırlı değildir. Dünyanın her yerinde her dakika ezan okunduğu gerçeğini göz önünde bulundurursak bu çağrı bütün dünyayı saran ve bütün dünya Müslümanlarını kuşatan bir enginliğe de sahiptir. Peygamber Efendimizin “Yeryüzü benim için mescit kılındı” ifadesinin işaret ettiği manalardan birisi de bu hakikat olsa gerektir.