Hayatta en büyük hakikat imandır. İmanın olmadığı yerde ne haktan ne de hakikatten bahsetmek imkansızdır. İman, inkar etmemek değildir. O bizzat var olması gereken ilahi bir nur, varlığa gerçek varlığı bahşeden, varlığı yokluğun zifiri karanlığından kurtarıp görünür hale getiren ilahi bir ışıktır.
Ezeli ve sermedi bir nasipten, iman denen yağmadan bahsediyoruz. Varlığı ya da yokluğu, iki cihan varlık veya yokluğunu istila eden bu ezeli ve sermedi nasip kimin bahtına düşmüşse o, dünyasını da ahiretini de mamur etmiş, kimin de bahtı bundan mahrum kalmışsa, dünya ve ahiretini viraneye çevirmiştir. Kazanmak adına bundan daha büyük saadet, kaybetmek adına bundan daha kötü hüsran olabilir mi?
Abideleşmiş her şahsiyetin, efsaneleşmiş her milletin ve hele ilim, ahlak, adalet ve dine ait bütün muhtevanın, yine bir bütün halinde, fert ve cemiyette aksetmesi manasına gelen gerçek medeniyetin, terbiye, teşvik ve tekevvününde, bu ezeli nasibin asla ödenemez bir hakka sahip olduğu inkar edilebilir mi?