Sadece o olsaydı ve o olarak kalsaydı; hiç ümmeti olmasaydı, kendi varlığından başka mucizesi bulunmasaydı yine bize Rabbimizi tanıtan en canlı burhan olur; insanlar asırlar sonrasında bile O’nun izinden iz sürerek Allah’ı bulurlardı. O öylesine mücessem bir nurdu ki, O’nu görmemek ve bu görmemeyi ebedi sürdürmek mümkün değildi.
O öylesine mücessem bir iman idi ki, O’nun imanı öylesine kuşatıcıydı ki, O’nun olduğu yerde şirkin, küfrün, nifakın barınması mümkün değildi. Nitekim barınamadılar. “Hak geldi batıl yıkılıp gitti. Batıl yıkılıp gitmeye mahkûmdur.” (İsra, 81)
Öylesine inanmıştı ki Rabbine, bu inanmışlık bütün ümmetine taksim edilseydi hepsine yeter ve O’nun imanından zerrece bir şey eksilmezdi. Bütün ümmetin imanı terazinin bir kefesine konulsa, diğer kefeye de O’nun imanı konulsaydı; O’nun imanı ağır basar ümmetin imanı Süreyya yıldızına yükselirdi.
Zaten, O’ndaki imandı ki, merkezden muhite intişar etmiş; bu imanla önce sahabe, sonra milyonlarca evliya, asfiya ve milyarlarca mümin şekillenmiş; O’nun imanının...