Bu köşede, yer yer ve zaman el verdiği ölçüde eğitime ait tekliflerimizi dillendirme niyetinde olduğumuzu, daha önceki yazılarımızdan bazılarında söylemiştik. Bizim, ısrarla üzerinde durduğumuz ve durmamız gereken husus kendi kavramlarımız çerçevesinde, talim ve terbiyeyi aynı çizgide buluşturmak ve örgün eğitimimizi bunlardan hiçbirini ödün vermeyerek gerçekleştirmektir. Bu bakış açısından hareketle daha önceki iki yazımızda ferdiyet ve şahsiyet kavramlarını ele alıp incelemeye çalıştık. Bugünkü yazımızda ise, tasavvuftan ödünç alarak eğitim modelimize dahil etmeyi düşündüğümüz “ehadiyet” ve bir başka kavram olan “aidiyet” üzerinde durmaya çalışacağız.
Ehadiyet bütünde olan özelliklerin hepsinin parçada da olmasını gerektirir. Bütün insanlarda olan tüm genel özelliklerin bir tek insanda da bulunması ehadiyet anlamını ele verir. Ehadiyetin hem ferdiyet hem de şahsiyetten farkı, söz konusu genel hususiyetlerin, özel hususiyetlerin üstünde bir bütünlükle kemale ulaştırılmasıdır. Yani insani değerlerin bütünün her fertte bulunuşunu, bu değerleri en mükemmel hale getirerek somutlaştırmaktır. Genel değerleri özel değerlerin de önüne çekerek yapılacak bir eğitim, insanlık üst başlığında buluşabilmenin de en kestirme ve en isabetli yoludur. Dünya eğitim sistemleri göz önünde bulundurulursa hem birey hem de toplum ölçekli egosantrik yaklaşımlar görülür. Hem fert hem de toplum ölçekli bir “biz” kavramının insani değerlerin bütününde buluşmak şartıyla gerçekleştirilmesi ve bunun eğitim sisteminin içine dâhil edilmesi belki de bir ilk olacaktır. Ehadiyet şuuru geliştirilmezse bu ölçekte bir “biz” kavramını hayata geçirmenin imkânı yoktur. Bu kavrama kısaca “İNSANIN BÜTÜN İNSANLARLA ÖZDEŞLEŞMESİ” denilebilir. Her bir insan kendinde bütün insanlığın değerlerini gösterdiği gibi bütün insanlığı da kendisinde seyredebilir.
Ehadiyet terbiyesi, insanın bütün kötülüklerden arındırılması ve bütün faziletlerle de donanımlı kılınması demektir. Bu bütüncül yaklaşım elbette işin ideal yanıdır. İşin reel yanında eksiklikler olabilir. Ne ki bu eksiklikler bizim ideal olanı elde etmek için çalışmamıza engel olmamalıdır.
Biz ehadiyet terbiyesinin en mükemmel şekilde ancak insanı bir bütün olarak ele alan ve bir bütün olarak terbiye eden Kur’an’ın terbiye metodunun eğitim sistemine dâhil edilmesi ile kazanılacağı kanaatindeyiz. İnsan terbiyesini fıtrata en uygun şekilde gerçekleştiren hiç kuşkusuz Kur’an’dan sonraki en mükemmel ve sağlam kaynak sünnet-i seniyedir. Risale-i Nur yanında kitap ve sünnet kriterlerine uygun tasavvufi pratiklerden de bu konuda mutlaka istifade edilmelidir.
İnsanın kendisini konuşlandırdığı yer manasına aidiyet, insanda dış çevrenin telkiniyle oluşan yönlendirmeye mukabil duyulan bir sempati ve bu sempati ile uyumlu istidat ve kabiliyet bütününün hâsıl ettiği haldir. Eğitimde aidiyetin en somut hali meslek seçimi, meslek tercihidir. Bazen insanlar bu tercihi alternatif kısıtlamasına bağlı olarak yaparlar, sevmediği, istemediği bir mesleğe çeşitli zorlamalar sebebiyle dâhil olan bir insan bu konuda tam ve sağlam bir aidiyet hissedemez. Bu sebeple de mesleğinde başarılı olamaz, işinde başarılı olamaz. Hâlbuki tercihler aidiyet hissine uygun yapılırsa istidat ve kabiliyetlerdeki farklılıklar mesleki başarıyı göreceli kılsa da yine de bu yolla her insan istemediği, sevmediği, aidiyet hissetmediği bir mesleğe dehaletinden daha çok başarılı ve daha çok mutlu olur.