Reisin, şartların zorlaması sebebiyle istemeden işlediği iki siyasi hatası olmuştur. Bunlardan ilki Abdullah Gül’ü Cumhurbaşkanlığına, ikincisi de Ahmet Davutoğlu’nu Başbakanlığa taşımasıdır. Şayet ikisi de kendilerine bahşedilenin kendilerini çok aşan birer nimet olduğunu idrakle davranabilselerdi, belki işlenen hata tarihsel olur ve topluma yansımaları da zamanla telafi edilir, unutulur giderdi. Halbuki işin içine hırslar, ihtiraslar girdi. Kişisel hevesler, toplumun beklentileri gibi pazarlanmaya çalışıldı. Bu sebeple de baş ağrıtan mesele haline dönüştü.
Yine de bu yazı, Ahmet Davutoğlu, Ali Babacan gibi bazı isimlerin hadlerini çok aşan ifadelerle bulanık suda balık avlama heveslerine bir cevap olarak yazılmamıştır. Bu yazıda Abdullah Gül’e de bir gönderme yoktur. Tahlillerimiz genel bir değerlendirmeyi yansıtmakta. Ne ki adı geçen isimlerin bu yazıdaki bazı ifadeleri herkesten çok sahiplenmeleri gerektiği zarureti de açıktır. Atalarımız boşuna dememişler, İslam’ın şartı beştir, altıncısı haddini bilmektir.
Sonsuzluk ve sınırsızlık, sadece ve yalnız Alemlerin Rabbine mahsustur. O’nun dışında her varlık, nitelik ve nicelik açısından göreceli de olsa, neticede belirli bir nihayetle sınırlanma ve akıbetle sonlanma durumundadır. Kozmik kural budur. Genel ve özel, külli ve cüzi istisnası da yoktur.
İsimlendirme, hayret ve şaşkınlığını aşmış bulunan idrakin, şeylerin mahiyetini ihata hamlesidir. Eşyanın belleğe kodlanması ise, ayrı ayrı binlerce birin aynı bir tek bire teksifi ameliyesidir. Buna, somutu soyuta, soyutu somuta dönüştürme faaliyeti demek de mümkündür. Şekil mahbestir. Ne ki muhteva için rahmi mader sayılır…
Sınırlılık psikolojisinin açılım varyasyonları pek çoktur. Örneğin, yetinme psikolojisi de denilen kanaat bunlardan biridir. Yetinme psikolojisi, istek, talep ve arzuları ihtiyaç ve zaruret ilkeleriyle sınırlandırmak demektir. İsrafa ve fantastik taleplere rezerv konulması şarttır. Paylaşımda adalet esastır. İhtiyaçları ihtiraslardan arındırmak elzemdir. Nefsani dürtü ve tazyiklere akıl, vicdan ve elbette dinin getirdiği sınırlandırmalarla set çekilmesi vecibedir. Ölçü ve dengeyi yaşamın merkezine oturtmak reel pratiktir. Hak ile çerçevelenmiş bulunmak korunmanın da gerçek garantisidir.