O bir reşhaydı. Üstad Nursi’nin “Öyle bir reşha ki, kendi zatında fakirdir. Hiçbir şeyi yok ki; ona dayanıp “Zühre” gibi kendine güvensin. Hiçbir rengi yok ki; onunla görünsün. Başka şeyleri tanımıyor ki, ona teveccüh etsin. Halis bir saffeti var ki, güneşin timsalini göz bebeğinde saklıyor.” dediği reşha…
Güneşi davası olan reşha… Davasının ışık hüzmelerinden başka her şeye gönlü, kalbi, ruhu, latifeleri kapalı reşha… Acz, fakr, şefkat, tefekkür, şükür ve şevk hatvelerinin hepsini insibağ yoluyla bir lahzada aşan, Üstadıyla daha ilk görüşmede iptida ile intihayı cem etme zirvesine yükselen reşha…
On Dokuzuncu Sözde, on dört reşha ile anlatılan Peygamber Efendimize ait vasıfları olması mümkün keyfiyette mahiyetine yerleştiren; ve onları başka bir boya ile kesifleştirmeden çevresine aksettirme başarısını son atmış yıllık davasına adanmış ömrünün bütününde hiç kesintiye uğratmadan gösterebilen reşha...
Çok yönlü mükemmel şahsiyetini, Uhuvvet Risalesinin büyük havuzunda eritmiş; istidat ve kabiliyetine kaderden gelen inkişaf emriyle...