Geçenlerde, düşünce hayatımız adına varlığını önemsediğim bir dostumla sohbet imkânım oldu. Bana, keşke bu sohbet muhtevasını yazsanız, dedi. Ben de öyle yaptım:
Büyük belalar, altından kalkılması imkânsız musibetler ani bir baskınla gelir; geçmişe dönük ilahi mühlet vermelerin intikamını alır ve öyle ayrılır, gider. Geriye korkunç bir enkaz kalır, mal, mülk servet adına ne varsa. Koca bir ömrü heder olur bakiyesi yaşanan hayatın.
Birey ya da toplum, ikisinin hayatı da eşitlenir adı geçen ömür yaftasında. Heder olmuş gitmiştir, bomboş, lüzumsuz, anlamsız yaşanmıştır her iki ömür de. Gayesiz yaşanmıştır, maksatsız yaşanmıştır ve bir de idealsiz yaşanmıştır, ömrü heder kütüğüne kayıtlı birey ve toplumların hayatı. Yaşanmasa da olurmuş yani; belki hiç yaşanmasaymış daha iyi olurmuş.
Bu tür musibetlerin, belaların öncesinde beşeri zaaflar bir bir sökün eder, üşüşür birey ve toplumların üzerine. Hayalden geçse yüzlerin kızarması gereken ne kadar ahlak dışı, edep dışı hal, davranış varsa, hepsi hiç sıkılmadan, arlanmadan işlenir hale gelir.
Toplumu bu noktalarda uyarması gerekenler de ülfet ve ünsiyetin sağır duvarları arkasına çekilerek gözden kaybolurlar bu tedenniler, bu alçalmalar yaşanırken. “Emr-i bilmaruf- nehy-i anilmünker” ifadesiyle anlatılan ne kadar kutsi muhteva varsa hepsi değerini, kıymetini, daha da önemlisi fonksiyon ve misyonunu kaybetmiştir artık. Vicdanların diline düğüm vurulmuş, basiret, feraset denilen mana gözlerine mil çekilmiştir. Lanet hükümlerinin inmesi için davetiye çıkarmak anlamına gelir aslında bu hali pür melal. Ama bu manayı anlayanların yok denecek kadar da azaldığı dönemlerdir ilahi tuzağın kurulduğu bu devranlar.