Sadullah Demircioğlu’nu şahsen tanımıyorum. Telefonla aradı, görüştük. Bir kitap çalışması olduğunu, benim görüşlerimi de almak istediğini söyledi. Olumsuz şartlarda olmama rağmen (Üç aydır hastanede oğlum Metin’in yanında refakatçi olarak kalıyorum)kabul ettim. Çalışmasını okuduğumda ne kadar isabetli bir karar verdiğimi gördüm, sonsuz memnuniyet duydum.
Dilin korunması hususundaki görüşlerine aynen katılıyorum. Harf devrimiyle birlikte yaşadığımız kültürel kaos ve karmaşanın akıbetini hepimiz aynı duyarlılıkla dillendirmek durumundayız. Sözlü- yazılı beyanlarımızda mutlaka özellikle Arapça kökenli kelimelerin harflerini doğru telaffuz etmek mecburiyetindeyiz. Mesela, tenkid yerine tenkit yazılmamalı. Tenkid, eleştiri, tenkit ise noktalama anlamındadır.
İlmin irfana dönüşmesi ve yaşanır hale gelmesi öncelikli hedefimiz olmalıdır. Bunun için de vesile ile sebebin arasındaki farkı şuur haline getirmemiz şarttır. İlim sebeplere irfan ise vesilelere bakar. Sebep- netice arasındaki irtibat sadece bir yakınlık, bir iktirandan ibarettir. Her zaman aynı sebep aynı sonucu netice vermez. Tekvini kanunlar, Cenab-ı Hakkın rahmeti olarak bize kolaylık sağlar. Fakat Cenab-ı Hak mücibi bizzat değildir. Yani koyduğu kanunların Cenab-ı Hakkı bağlayıcı bir yanı yoktur. O, istediğini, istediği şekilde yapar ve yaptığından da hiç kimseye hesap vermez.
Biz, emr-i ilahiye uymak zorundayız. Onun için de sebeplere riayet bizim için bir zorunluluk aynı zamanda bir edeptir. Fakat murad-ı ilahiyi bilemeyiz. Cenab-ı Hak bazen emreder, fakat bu emrinde muradı yoktur. Muradı olmadığı için de o şey olmaz. Bize düşen O’nun rızasını gözeterek muradına razı olmaktır. Hakiki kulluk bunu gerektirir.