Hüsnü Bayram Abi ile ilk vicahi görüşmemiz yirmi sene kadar öncesine dayanır. Risale-i Nur’u kendi rengine, kendi boyasına bulandırmadan saf ve duru haliyle adeta bir reşha gibi aksettirişine hayran olmuştum.
Sözü Bediüzzaman Hazretlerinin şahsına getirmiş, onun zühtünü, verasını, takvasını ve nasıl bir ahlak-ı hamideye sahip olduğunu uzun uzun anlatmıştı. Sohbetinin sonu hitamühül miskti. Şöyle demişti: Üstadımız güzel koku sürmeyi ihmal etmez, sürekli kullanırdı. Fakat bunu da azami ihlas adına yapardı. Yani kendi teninin güzel kokusunu gizlemek için bu kokuları sürerdi.
Evet, sizler de o manevi kokunun ne olduğuna mutlaka aşinasınızdır. Dünyada benzerine rastlamanın mümkün olmadığı o güzel kokuyu, ya bir veli kulu ziyaretinizde, ya bir zikir halkasının nefes kesen rayihasında ya ihlas donanımlı bir Kur’an tilavetinde ya da berzaha göçmüş Allah dostlarının kabirlerinde selam almaya mukabil gelen ve adeta bütün mahiyetinize yayılan güzel kokularda duymuş, hissetmişsinizdir.
Allah’ın sevgili kullarındaki bu hal elbette onların Peygamber izinden gidişlerinin ve Peygamber Efendimizin varisi alimlerden oluşlarının da bir işaretidir. Nitekim Hz. Ayşe validemiz şöyle buyururlar: Allah Resulünün teni ve teri o kadar güzel kokardı ki, o terlediğinde biz hemen onun terini alır ve kokularımıza karıştırır yani tefarik yapardık.
Birkaç hafta önce nasip oldu, Hüsnü Bayram Abiyi ziyaret ettim. Risale-i Nur’u yine aynı saflığında, aynı duruluğunda aksettirdiğini görmek beni sonsuz sürura gark etti. Geçen yıllar, seneler onu asla aşındırmamış sadece hizmet aşkını, hizmet şevkini artırmıştı.