Bir gün mutlaka buluşacağımızı bildiğimiz halde, kendisinden sürekli gafil bulunduğumuz ölüm hakikatini tefekkürümüzün merkezine yerleştirmek zorundayız. Hayatımızın geri kalan yanını bu yerleşik tefekkürün emrine vererek geçirebilirsek şanslıyız, talihliyiz, demektir. Aksi davranışın aksi neticeler vereceği ise kuşkusuzdur.
Ölümün hakikati ilahi vuslattır. Rabbimize kavuşmamız ancak ölümle mümkün hale gelmektedir. Bu şuurun sahipleri için ölüm, gelmesi iple çekilen, hasretle beklenen anın adıdır.
Kalbimizin muhabbet duyduğu her şey bir alaka, bir bağdır. Bu bağlar ne kadar çok ve ne kadar çeşitliyse, kalbin bu alakalardan, bu bağlardan kopması, kurtulması o kadar zordur. Bu zor işi son ana ve cebri kopuşa kadar erteleyenlerin ölüm vakti işleri gerçekten zordur.
Ama kalbini selim hale getirmiş, yani Allah’a ve Allah için olan muhabbetlere has kılmış kişiler için bu son an gayet kolay, gayet nezihtir. Selim kalple Allah’a kavuşanlar, ölüm halinde gayet sakindirler, sevinç ve sürur içindedirler, etrafa yaydıkları koku...