Rahmani siyasetin merkez üssü ve olmazsa olmaz şartı adalettir. Adaletin olmadığı yerde rahmani siyasetten bahsetmenin imkânı yoktur.
Adalet, maddi-manevi her hak sahibine hakkını vermektir. Hak, insanın lehinde ya da aleyhinde olabilecek kazanımların bütünüdür. Eğer kazanım bir değerse, adalet ödüllendirme; eğer kazanım kötülükse cezalandırma şeklinde tecelli eder. Adalet “mutlak” ve “şartlı” olmak üzere ikiye ayrılır. Şartlı adalet de yine “adalet-i mahza” ve “adalet-i izafi” diye iki kısımdan meydana gelir.
Adalet-i mahza, ferdin hukukuna öncelik tanıyan adalettir. Adalet-i izafi ise, toplumun hukukuna öncelik verir; yerinde ferdin hukukunu topluma feda eder. Adalet-i Mahzanın tatbik edilmesi mümkün olduğu yerde, adalet-i izafi ile hükmetmek, adalet değil, açık bir zulümdür.
Mutlak adalet ise, Cenab-ı Hakk’ın bütün varlıkta açığa çıkardığı tekvini adalettir. Bu adaletin tatbikinde istisna yoktur ve her varlık için, her zaman geçerli kurallar manzumesidir. İnsan özelinde de mutlak adalet yine tekvini emirler doğrultusunda tecelli eder. Takdir, böyle bir adalet bildirgesidir. İnsana verilen sorumluluk; ve bu sorumluluğun dünyada ya da ahirette karşılık bulması hakikati, mutlak adaletin, insan iradesinde tezahür eden sabit görüntüsüdür.
Hak, emaneti kullanma ve koruma sorumluluğudur. İnsan bağlamında düşünüldüğünde, hakkı sadece bir yetki kullanımı şeklinde tanımlamak eksiktir. Allah, insana, iyi ya da kötüyü tercih kabiliyeti vermiş; fakat bu tercih kabiliyetini kötüye kullanma yetkisi vermemiştir. Böyle bir yetki vermediği için de insan yaptığı kötülükten sorumlu tutulmuştur. Verilen tercih kabiliyeti ile insan, iyiyi kötüden temyiz edecek ve iyiden taraf yetki kullanacaktır.