Sahabe topluluğu, Kur’an’ın hayata yorumlanmasını bizzat Peygamberimiz Efendimizin pratiklerinde görmüş, yaşamış bir seçkinler zümresiydi. Bu ezel nasibinde onlara denk ikinci bir kuşak da yoktur, olamaz. Hususi bazı meziyet ve faziletleriyle temayüz edenler bulunsa da umumi fazilet ve üstünlük hep onların hakkıdır. Bu mevzuda, sonradan gelenlere düşen görev, imkan ve istidatları sınırını sonuna kadar kullanarak onlara benzemeye, onlar gibi yaşamaya gayret etmektir.
Sahabe topluluğu, vahiy nurunu ancak nübüvvet menşurundan süzülen miktarla algılama imkanı bulduğu gibi bizler de nübüvvet nurunu, sahabe prizmasından süzülen keyfiyette anlama ve algılama vaziyetindeyiz. Bu açıdan da her hususta onları örnek almak ve onların ardınca iz sürerek yürümek, Peygamberimiz Efendimize ve tebliğ buyurdukları hak ve hakikatlere ulaşmamız adına alternatifi olmayan en isabetli, en saf, en duru, en doğru yoldur.
Davet, tebliğ işlevini bütün muhtevasıyla sahiplenmek durumundadır. Yeryüzünde, “Büyük İnsanlık” yani İslam mesajlarının ulaşmadığı tek kişinin kalmaması gerçek dava...