Yıl 1969. İzmir’in Buca ilçesinde kamp yapıyoruz. Bizden bir sınıf üstte “H” adında bir arkadaş var. Biraz kabadayı bir tip. Kavgacı. Akranlarını ve kendisinden küçükleri, zayıfları sindirmiş; onlara kaba kuvvetini kabul ettirmiş. Kimisi korkusundan kimisi başına bela almamak için “H” ile mesafeli. Tabii çevresinde onu sever görünen yalakalar da var.
Tartışma niçin, nasıl çıktı bilmiyorum. Bir gün onu Yusuf isimli pehlivan yapılı bir arkadaşıyla tartışırken gördüm. İşin sonunu meraktan olsa gerek çevrelerinde onlarca arkadaşı da onları seyrediyor. Bir kısmı da tartışmalarını engellemek için uğraşıyor.
Yusuf kalender bir çocuktu. Kimsenin etlisine sütlüsüne pek karışmazdı. Babası kasaptı, kamp yaptığımız yerin de sahibiydi. Kendisi de pehlivan olduğu için oğlunun beslenmesine ayrıca özen gösteriyor onun da pehlivan olmasını istiyordu.
Yusuf’un gücünü anlamanız için aktarayım. Bir Ahmet abimiz vardı. Bize güreş çalıştırırdı. Bir gün göstereceği oyunu Yusuf üzerinden denemek istemişti. Çift kanatla Yusuf’un ensesine yüklendi. Fakat boynunu bir santim bile yere eğemedi. Çırpındı, hopladı, zıpladı hiç fayda etmedi. Sonunda Yusuf’un ensesine oturdu; fakat yine netice değişmedi. Yusuf’ta zerre kadar bir kımıldama yok. Sonunda Yusuf’un beklemekten canı sıkıldı, “yeter be” diyerek ayağa kalktı. O ayağa kalktığında Ahmet Abi Yusuf’un omuzlarında son çırpınışlarını yapıyordu, balıklama yere düştü. Hepimiz güreşi unuttuk kahkahalara boğulduk.
İşte bu Yusuf’la tartışan “H”nin akıbetinin ne olacağını merak edenlerin arasında ben de vardım. Birkaç kişi Yusuf’u kollarından tutarak oradan uzaklaştırmak istiyordu. Bunu fırsat bilen “H”, Yusuf’a ani atakla bir yumruk vurdu. Yusuf kendisini oradan uzaklaştırmak isteyen arkadaşlarını bir silkinişle sağa sola savurdu. Sonra “H”yi evire çevire dövmeye başladı. O kadar çok dövdü ki “H”de elini kaldıracak mecal kalmadı; külçe gibi yere yığıldı. Ağzı burnu kan içinde tanınmaz hale geldi. Hatta günlerce aramızda görünmemek için bir başka yere gizlendi, tedavi süresini bekledi.