CHP, “Neye mal olursa olsun, Erdoğan’ı devirmek, seçimi kazanmak” üzerinden kendi kitlesini konsolide etmeye çalışıyor. İYİ Parti de zaman zaman bu gerilim rüzgârına kapılıyor.
Kılıçdaroğlu, “Sürekli gerilim, seçime kadar gerilim, sonuna kadar gerilim” anlayışını, seçim kazandıracak bir sistem sanıyor.
İktidarı ele geçirmek için tüm demokratik araçlara başvurmak muhalefetin, iktidarı vermemek için demokrasinin bütün imkânlarını kullanmak da iktidarın hakkı. Ama demokratik enstrümanlar kullanılsa bile ülkenin huzurunu provoke edebilecek yaklaşımlardan kaçınmak da her siyasinin görevi değil midir? “Neye mal olursa olsun” anlayışının altında yatan gizli tehlike de budur işte.
Gezi olaylarının başında, demokratik hak olarak yürüyüşe başlayanların çoğu sonra sokaklardan çekildi. Selahattin Demirtaş, “Gezide darbe heveslerini görünce orada olmamamız gerektiğine karar verdik” dedi. Ümit Özdağ ise, Gezi'nin bir hak arayışı olarak başladığını ancak sonrasında, yabancı istihbarat örgütlerinin olaylara müdahil olduğunu söylemişti. Amerika’da yapılan toplantılarda, Taksim Meydanı’nı nasıl Tahrir Meydanı’na çevireceklerinin hesabını yapanlar olduğu anlaşılmadı mı? Yani demokrasi için başlatılan yürüyüşlerin sonu her zaman “demokrasi yolu” na çıkmayabilir. Bunun ince ayarını verecek ve sonuçlarını düşünecek olanlar da yine bu ülkeyi yönetmeye talip siyasetçilerdir. Hiçbir siyasetçi bu sorumluluktan kaçamaz.
HAYALİ AYLİN’İ GEZİ'DE NASIL ÖLDÜRDÜLER?
Gezi’nin en sıcak günlerinde dönemin CHP Genel Başkan Yardımcısı Adnan Keskin, canlı yayında, “Ankara’da Aylin isimli 22 yaşındaki genç bir kız polis panzerinin altında kalarak öldü” açıklamasını yapmıştı. Sonradan anlaşıldı ki böyle bir olay hiç yaşanmamıştı. Ama Keskin’in provokatif ve sorumsuz açıklamaları gerilimin dozunu daha da yükseltmişti.