İşte yeni Türkiye’nin ilk günü demiştim, tepemizde F16’lar uçarken, şehitler gaziler kanı göğüslerine akıtırken. Yıl boyunca pek çok şehrimizde, Anadolu’nun farklı bölgelerinde buluştuk, konuştuk, durmadan yazdık çizdik. Hamasete düşmeden, içini boşaltmadan 15 Temmuz direnişinin kıymetini bilip emanetini hakkıyla taşımamız için neler yapılmalı, neler yapılmamalı, birlikte tecrübe ettik durduk.
Şimdi ilk yıldönümünde, o geceye ait üst üste dehşet görüntüleri yayınlanıyor televizyonlarda. Hala bazı görüntüler yeni ortaya çıkıyor. İnsan baktıkça şok geçiriyor, bir gece boyunca yaşanılanlar bir dünya savaşı boyunca yaşanan felaketler kadar yoğunmuş.
Şehit yakınları ve gazilerin anlattığı hikayelerin sonu gelmiyor. Her biri insanlığın iç yüzü yazılırken derin izler bırakacak nitelikte. 15 yaşında bir genç kızın bir resmi bina önünde darbeciler tarafından acımasızca vurulan sivillerin cesedini taşırken kendisinin de vurulmasının basit bir bilgi cümlesinden öte anlamı olduğunu işitebilen herkes insanlığın vicdanında bir sorumluluk yüklenmiş demektir.
***
Yıl boyunca bu direnişe laf edenlerin sevgisizliğini alenileştiren ne çok söz sarf edildi. Ama ne bu işgal ve darbe kalkışmasını unutturacak bir “20 Temmuz darbesi” lafı.. Ne de bütün bu dehşeti canı pahasına ödeyenlerle alay eden “kontrollü darbe” terimi.. gerçek direnişin önünü kesebildi.
Her fırsatta demokratik açıdan geri kaldığımızı sanırken bir gecede idrak ettik ki: Meğer bu halk kendisi için neyin iyi neyin kötü olduğunu ayırt edecek kadar demokratik olgunluğa çoktan ermiş. Milli / külli iradesine sahip çıkmanın anlamını kanıyla ödemeyi göze alacak kadar da iyi öğrenmiş!