15 Temmuz gazilerinden biri olan bir kardeşimizle bir araya geldiğimde, hayati tehlikesi yeni geçmişti. Askere karşı ilk direnenlerden biriydi ve Harbiye'de halkın üzerine ateş açan darbecilerden kurtulup geldiği Taksim'de provokatör denilerek alınıp polisler tarafından kaburgaları kırılmıştı. Henüz açığa çıkmayan, göz yuman veya cuntadan talimat alan polisler tarafından.
Böbürlenmiyordu, kahramanlık peşinde koşmuyordu. Şu kişiler az direndi, bu çok direndi gibi bir senlik benlik davası yoktu. Ne bir sloganı, ne bir fikirsel çekişmesi vardı. Öfkesine yenik düşmemiş, serinkanlılıkla son derece ilginç hikayesini anlatıyordu. Görevimi yaptım diyordu. Burası vatan diyordu.
***
Fakat bir de şunlar var: “Meydana inmiştim ama tekbir sesleri ve bayrakları görünce kalabalığa giremedim.” Böyle diyenler burada Mehter Marşı yerine Sosyalist Enternasyonal çalınacağını mı sanıyorlar, ideolojik takıntıları yüzünden bu kadar mı uzaklar bu toprağın mayasına diye şaşırmıyor bile artık çoğumuz.
“Gezi'de ağaç için sokağa çıkan, su ve biber gazı sıkmakta olan Toma'lara karşı direnen ve üzerine kahramanlık destanı yazılan, belgeseller, kitaplar yayınlanan kahramanlar biz kurtuluş savaşı verirken evdeydi. Bizler can pahasına tankların önüne yattık, üç beş değil, onlarca şehidimiz var” diyenler bu gerçeğin altını çiziyor muhakkak.
Fakat bunu bir düşmanlık vesilesi olarak görmek yerine, “yine olsa aynısını yapardık, onların da hayatı bize emanetmiş demek ki” diyorlar. Ki bu sağlam duruşu, nefret ve düşmanlık vesilesi için kullanıp direnişi sabote edenlere karşı teyakkuzda olmalıyız. Kafa kesme gibi yalan haberlerle bu müthiş mücadeleyi sabote etmeye çalışanlara karşı da.
***