Kültür Bakanı yardımcısı Hüseyin Yayman'ın sözleri sosyal
medyada önüme düştüğünde kucağımda Hu şiirleri açıktı. Gözlerimi
sayfadan ekrana kaydırdım: “İçinde kitapların olduğu, kitap
kokusunun, kahvenin olduğu, insanların, cıvıl cıvıl çocukların
olduğu ve insanların sürekli girip çıktığı yeni bir mekan konsepti,
yeni bir mekan anlayışıyla yaşayan kütüphane, şehir müzeleri ve
kültür-sanat merkezleri yapmak bizim en büyük hedeflerimiz
arasında” diyordu Yayman. “Çünkü bizim Türkiye'ye dair hayallerimiz
var.”
Tekrar kucağımdaki Hu şiirlerine döndüm. Yenişehirli Mehmed
Sadeddin'in şiiriydi içinde olduğum: “Hâne-i kalbi münevver eyleyen
envâr-ı Hû / Beyt-i dilden mâsivâ-yı tard eden esrâr-ı Hû.”
Kimler işitiyordu bu canlı sesi, hangi kütüphanelerden alıntılanıp
yaşantıya geçirilmekteydi hakikat ehlinin, hak aşıkların sözleri;
bilmiyorum. Sadece, geçmiş zamana ait, olmuş bitmiş, eskimiş söz
olarak bakıldığı sürece yapılacak alıntıların bu evrensel insan
modelini yaşatmaya yetmediğini biliyorum. Çok uzun zamandır,
çığlıklarla ya da fısıltılarla her mecrada dile getirmeye
çalıştığım gibi.
***
Elbette benim de, bizlerin de hayalleri vardı. 15 Temmuz'la
perçinlenen, pekişen. 70'lerin İstanbul'unda büyürken etrafımda
herkes doğuştan sosyal demokrat, laik, ve Batılı hayat tarzını
benimsemişti. Yabancı okullarda okurken memlekette kalmış son
Ermeni, Yahudi, Rum arkadaşlarımın sayısı herhalde Müslüman
Türkler'in sayısından fazlaydı.