seyrediyordum uçaktan. Göz alabildiğince akıyordu. Yanı sıra bitip tükenmez karlı Tanrı dağları ona eşlik ediyordu. Bir dağ deryasına dalıyorduk alçaldıkça. Deniz yerine dağ yüzüyordu, ovadan sonrası ummandı. Öncesi de. İslam coğrafyasını toz toprak yığınına çevirmeye çalışanlar uğraşadursun, Yesevi'nin vefatının 850. yıldönümüne rastlayan 2016 yılı Unesco tarafından 'Hoca Ahmed Yesevî yılı' ilan edilmişti. Bizler de bu kapsamda gerçekleştirilen etkinliklerden biri için gazeteci, yazar, sanatçı, akademisyenlerden oluşan bir grup ile çıkmıştık yola. Tika ve Hoca Ahmet Yesevi Uluslararası Üniversitesi işbirliğiyle 'gönül kervanı projesi' çerçevesinde Kazakistan'ın Türkistan (Yesi) ile Almati şehirlerine gitmek üzere. Yesevi'nin bin yıl önce geldiği ve yetiştirdiği binlerce halifeyi yolladığı Anadolu'dan başlamıştı yolculuğumuz. Buradan doğuya gitmek, bir tür dönüştü. Ve bana Sühreverdi'nin Batıya yolculuğun hikayesini çağrıştırıyordu. Yesevi'nin bu yolculuğu zahiren batıya giderek gerçekleştirdiği gibi, biz de onun izini sürerek, geldiği yere dönüyorduk. Bir iade-i ziyaret gibi. Sanki bir tür borç ödemeydi bu. Emaneti sahibine verme niyeti.