Bazen bir kapı açılıyor ve her şey bir hediye oluyor insana. Kalbimiz hiç durmaksızın halden hale geçtiği için, ne yazık ki nimete şükretme hali, bu her şeyin kıymetini bilme ve her şeydeki güzelliği görme hali sonsuza dek devam edemiyor. Keşke edebilse… İşte öyle bir güzelliğin içine ansızın dalabiliyor insan. Yirmi dört saat açık gönüllerin kapısı ansızın çalabiliyor. İçimizde dışımızda bizi çirkinliklere gark eden onca çarpık çurpukluk varken… Her ne kadar eğri bakışlı olan biz isek de… Bize her şey böylesine zulmette görünürken… Sebep sonuç ilişkisine sığmayan, açıklanamaz bir güzellik haresiyle kuşatılıyoruz bazen. Bir anda. Geçtiğimiz günlerde, acizane bana da böyle oldu. Bir seminer dinlemeye gitmiştim. Bulunduğumuz yer restore edilmiş bir tekke olduğundan, ayakkabılarımızı çıkarıp halıya oturduk. İşittiklerimiz gönlümüzü nasıl açmışsa, bizi öylesine bir kılmış olmalı ki, sohbeti boyunca yanımda oturan bir kız kardeş, ayağındaki kamerçinleri çıkarıp benim ayaklarıma geçiriverdi. Başka bir zaman olsa mahcup olur, ezilip büzülürdüm belki. Fakat öpüp gönülden aldım, kabul ettim. Çünkü aynı nurdan yapılmış olduğumuzu oracıkta fark etmiştim. Alan el ile veren el bir idi. O beriki de ben'dim. Hak ile kaim idi her şey, gönülden gönle hep o nur ile kuşatılmıştık.