Şimdi iftar sofrasına birlikte oturduğumuz, aynı bahçeye bakan altlı üstlü pencerelerden birbirimize seslendiğimiz şairin mısralarında ikindi vaktinin girişini bekliyorum. Dünya sert, acımasız, dünya savaş yeri. İç dünyamız ise mücahedenin merkezi.
Kimi için dünya içerilerden işitiliyor evet. İçten içe büyüyor insan, dünyadan devirlerce ihtiyar, kendi çocukluğuna bakıyor. Kemalat tamamlandıkça kendi kitabını okurken yazıyor, Yunus misali kendi Kuran oluyor, Kuran kendi içinde.
Biz geceleri uyanığız. Altın güneşler doğuyor karanlığın içinde. Sabrediyoruz. Yoğrula yoğrula, insana gelme niyetiyle kıyam ediyoruz.
Geceleyin şairin kalemi defterde secde ve kıyam ederken (onun kadim şiiri elbette kalem ile kağıt ile yazılıyor!) alt katta tuşlarımla eşlik ediyorum onun iç sesine. Her birimiz beş vakitler boyunca döne döne kendi alfabemizde!
İftardan sahura, seherin serin rüzgarıyla bahçede açmakta olan manolyanın bembeyaz çiçeklerini, ıhlamurun keskin kokusunu çekiyor gönlümüze anlam tanecikleri. Yaprakları hışırdatıyor kelimelerimiz.
Heceler, kafiyeler, imgeler kımıl kımıl çimlerde, sabah çiğinde. Geceyi gündüzden, sonra yine gündüzü geceden, mecazları içe içe, hep şiirin içinde.