Dünya ne tuhaf değil mi? Bir arada elektronik döner kapılardan geçiyoruz, koskoca pasajların devasa kapılarından kalabalık halde çıkıp geniş metrekarelerde yan yana masalara diziliyoruz. Birbirimizle hiç konuşmasak, tanışmasak da iç içe, omuz omuza yemek yiyoruz.
Fakat içerilerde bir arada yaşayamıyoruz. Derhal anlaşmazlıklar, sen ben davaları, cedelleşmeler.
Her an tanımadıklarımızla bir aradayız. Akıllı binaların asansörlerine onar kişi sığıyoruz, metrolar, trenler, uçaklarda hep yan yana yolculuktayız, hastanede, pastanede iç içeyiz. Ama komşularımızla tanışmıyoruz.
Tenha ortamlarda tedirginlik duyuyor, kalabalık salonlarda, sofralarda, trafiği yoğun caddelerde, ışıklı bulvarlarda rahat ediyoruz.
Yıllar önce bir Noel akşamı Avrupa’da sokakta donakalmıştım. Herkes ışıltılı gecede ellerinde bardaklar, şişeler, gülüp eğleniyorken ev içleri hep karanlıktı. Sonra farkına vardım. Karanlığı yılbaşı çamları bekliyordu sessizce; minik ampulleri bir yanıp bir sönerken.
Küresel hayat, çılgın tüketim hevesi, hızlı ve seri akış, vahşi ego çarpışmaları, yapay zekâlar, yapay gönüller…