Yazları artık sayfiye yeri olarak kullandıkları köylerine çoluk çocuk geliyor herkes. Köyün ıssız ihtiyarlarının yüzü gülüyor yaz gelince, yüreklerinin ısısı yükseliyor. Şehirde kalanlar ise bir metrekarelik boş alan gördüğünde mangalını semaverini portatif masa sandalyesini, kilimini hamağını seccadesini yerleştiriveriyor hayatın ortasına.
Kim kime dum duma. Müthiş bir iç içelik, kalabalık, coşkunluk ve yayılma duygusu! Bu şekilde biraz olsun gevşemeye, zorlukla birlikte gelen kolaylığı görmeye çalışıyor herkes.
Yürüyor, hareket ediyoruz durmadan. Yürümek, ‘oku’ emrinin bir türevi gibi. Sadece yazılı olanı değil, hayatı, insanı, doğayı her şeyi okumakla yükümlü isek; gönülde yazılı olan, gönle nakşolunmuş olan o sözsüz dili okuyup işitebilmenin önkoşulu yürümek. Bir diğer adı ruh!
Bu toprakların mayasındaki bu hareketlilik, bu kesintisiz yürüyüş bir gönül fethidir öncelikle. Toprak parçasını memleket yapan manadır bu yürüyüş. Sadece Malazgirt’ten Anadolu’ya girmenin ruhu değil. Bu çok şekilci ve yüzeysel bir slogan, bir hamaset olurdu şüphesiz.
Bizi yaşadığımız yerin yerlisi ve sırlısı yapan bu ruhun köklerine inmeye çalışıyorum burada zaman zaman. Siyasi sosyal iktisadi tanzime sımayan bu can birliğinin, Çanakkale’lerden 15 Temmuz’lara devam eden ruhun köklerine. Bir arada yaşayan yığınların kuru kalabalık değil, bir millet olduğunu müjdeleyen aşk ve irfan ruhunun derin diplerine...
*