Anayasanın da nefs-i emmaresi var. Durmadan zaaflarını dayatıyor
bize. Sorun şu ki biz de siyaset ve entrika adına mağlup oluyoruz
ona. Bir türlü anayasal anların ruhuna giremiyoruz.
2000'li yılların çok büyük kısmını anayasa tartışmaları ve
alternatif taslakları içinde geçirdik. Gerek resmi kuruluşların
gerekse sivil toplumun önderliğinde madde madde insan haklarını,
hukuku, vatandaşlık kriterlerini tartıştık.
Bireyi, insanı, vatandaşı, yurttaşı masaya yatırdık. Kimlikleri,
aidiyeti, cemaatleri... tartışalım derken birbirimizle tanıştık,
kaynaştık. Tartışmayı öğrendik.
Görünüşte kimse, hiçbir kesim askeri darbe döneminden kalan bir
anayasayla yönetilmek istemiyordu. Ama nihayetinde herkes bir yerde
geri çekiliyor, anayasal anların gidişatını kolluyordu.
***
Menfaatler işin içindeyken hak ve hukuk daima rafa kalktı bu
ülkede. Anayasanın açıklarından kendine yeni hukuki söylemler
devşirdi cingöz olanlar. Kimi de anayasanın zulme davetiye çıkaran
maddelerinin kurbanı oldu, sistematik olarak ezildi, hakkı
yendi.
Daha öncesi ise tam bir kabustu. 28 Şubat sürecinin en can alıcı
anlarında yine anayasa vardı. Cumhurbaşkanı'nın Başbakan'a
fırlattığı bir anayasa kitapçığı sonrasında ekonomik kriz çıkmış,
faiz lobicileri köşeyi dönmüş, devlet bankalarının içi
boşaltılmıştı.
İlkokula giderken, 70'li yıllarda Anayasa ve Hürriyet bayramı
olarak kutlardık 27 Mayıs'ı. Yıllar içerisinde anladık ki, o darbe
anayasası bile 80 anayasasından iyiymiş. İster istemez hep
gündemimizde oldu diğerleri; 24 anayasası, Osmanlı dönemi, Tanzimat
dönemi, ithal edip kendimize uyarladığımız laiklik mevzuatı, ilk
meclis tutanakları vesaire.