Niyazi Mısri’nin izinde bugünün mürid mürşid ilişkisine bakmaya çalıştığım Dem Yüzü adlı romanımı okumak istemediğini söylüyordu kitabı yolladığım arkadaşım. “Senin kitabı kusura bakmazsan daha sonra bir zamanda okuyayım. Eline sağlık şimdiden ama bu aralar Müslümanlığa dair bütün inancımı yitirdim. Hiç tahammülüm yok” dedi, bana. Eyvallah dedim. Ne zaman kısmetse.
Eskiden olsa savunmaya alırdım kendimi. Bir okusan önyargıların azalır derdim. Edebiyatın özü dildir, didaktik eklektik ve bol tahakküm içeren bir kurgu bulursan zaten okuma. Ama ola ki iç yüzüne bakmak istersin seven bir gönlün. Merak ettiğin şeyler oluşur, hak vermek için değil anlamak için yaklaşırsın. Ola ki hiç kabullenemeyeceğin halde gönlünde bir muhabbet oluşur. Diyerek cart curt ederdim. Hiçbir şey demedim.
Eskiden olsa bir şey daha yapardım. Aman bu arkadaşıma, şu eş dostuma, şu yakınıma asla kitabımı vermeyeyim. Önyargıları o kadar çok ki boşuna yorgunluk oluşmasın aramızda diyerek sözümona ilişkimizi gözetirdim. Artık bunun da tersinden bir savunma biçimi olduğunu öğrendim.
Gönlüm kime istiyorsa ona yolluyorum. Bu İslamofobiktir, şu peşin hükümlüdür, beriki düşman olur, aman Müslümanlara dair ya da bana dair daha fazla olumsuz cümle kurmasın şeklindeki vesveselerden kurtuldukça hür olmanın gerçeğe yaklaşmakla olan bağlarını da kurar oldum.
Allah’ın cümbüşü sonsuz. Hepimizin nasibi sırrımızda. Dünya neye inanırsa inansın, bizlere düşen zannımız üzere yaşamayı terk edecek o dosdoğru yolda olma gayreti değil mi..
***