Bu ülkede yaşayanların ezberinde daima bir Türkiye şiiri vardır. Mısra mısra. Kanla terle gözyaşıyla, Türkiye’nin şiirini birlikte yazdık yazıyoruz. Yeni Türkiye’nin ilk günü olan 15 Temmuz’a kadar tıpkı Başkan Erdoğan gibi aynı şiirin içinde birlikte bir hece olduk bazen, bir nida, bir ünlem, bir durak!
Yıllar içerisinde şu kesimden bu görüşten demeden şairlerin hasını konuşmasına dahil eden Başkan Erdoğan yeni sisteme geçen Türkiye’de, kendisine şahitlik etmeye gelenlere Külliye’de yaptığı konuşmasına Edip Cansever’in şiiriyle başlamıştı nitekim.
Önceki yazımda 80’lerde Şadırvan’da vaktin edebiyatçılarıyla karşılaşmak için nöbet beklediğimiz gecelerden Madımak’ta yanan şair Metin Altıok’un alevli mısralarına, yarım asrı devirmiş biri olarak geleneğimizde erenlerin aşk divanının mısralarında kaybolana kadar nerelerde soluklanmıştım, nerelerde çarptı kalbim, kalbimiz; anmaya başlamıştım. Kaldığım yerden devam edeyim.
90’lı yıllarda Beyoğlu’nda ya da Ege sahilinde (özellikle Gümüşlük) şiirlerin ezberden okunduğu sofralarda gözyaşı dökmüşlüğüm vardır. Nice sofralarda şair olduk, gönül tokuşturduk uzayan gecelerde. Olası darbe teşebbüsleri için ortam hazırlayan karanlık güçler de işbaşındaydı. Yıllar sonra değişen Türkiye’nin o vakitler tahminlerimizin çok ötesinde bir eksende devam edeceğini elbet bilememiştik.
***
90’lı yılların bütün sert çatışmalarının ortasında, kameralar ve kanallar hızla çoğalırken bunların üzerine gidemediğimizden gerçeği yansıtalım derken bütün bir memleketin vehimlerine ayna oluyorduk istemeden. Vesayet öylesine hissettiriyordu ki kendini, yaptığımız pek çok haberde sansürleniyor, uyarılıyorduk. Darbe için zemin oluşturan güçlerin provokasyonlarında kim haklı kim haksız davalarıyla bizleri oyalayanlar 28 Şubatları, ekonomik krizleri, terörü daima canlı tutturuyorlardı.