MMüüslüman olmuş bir Batılıydı. Müthiş bir insan yetiştirme ve benlik eğitimi geleneğiniz var, dedi. Hayatının bir döneminde aşka düşmüş ve mürid mürşid ilişkisine talip olmuş, aradığını büyük zahmetlerle iz sürerek bulmuştu. Seyr ü süluk çıkarmıştı. Yolculuğunun neresinde olduğunu biliyor, manevi seferlerinde nefsini ruh, kalp, akıl kılmaya, sır makamına ulaşmaya çalışıyordu.
Biz dedim bütün bunların neresindeyiz diye merak ediyorsan söyleyeyim. Bizde ibadetleri eyleme dökmekle yani işin şeklini icra etmekle dindar olunuyor. Buna maneviyatını veren ise Müslümanlar adına mazlumiyet davalarına sahip çıkacak ittifakları kurmak. Kudüs, Arakan gibi davaların çözülmesinde aktif rol üstlenmek, dindar nesiller yetişsin diye muhafazakâr hayat tarzları önermek gibi mevzular.
İşin hikmetini, kalpteki sırrını, mananın tabirini, gönüldeki yansımasını, nefisteki ispatını filan keşfetmeye dayalı bir maneviyat değil bizimkisi dedim. Asıl sünnet, Peygamberin miracından mülhem, kişisel miracımızı gerçekleştirmekse; bizim anlayışımız daha ziyade şekilsel taklide dayalı olmaktan ibaret.
Her Muhammedî’nin emaneti vahdet şuuruna ermekse, vuslat etmekse bunu ancak gerçekleştirenler biliyor. Çünkü Doğu’dan Batı’ya gönül coğrafyamızın fethi ve genişlemesi bu şekilde oldu. Bir insan-ı hakiki ile bir toplum diriliyor.
Hepimizin hedefi o canlı hakikatin tecellisine acizane katkımızı sunmak değilse her saniye boşuna oyalanıyoruz. Dedim içimden. Çünkü kendimize olan kızgınlıklarım yine de abartılı bir öfkeye dönmemeliydi. Ne de olsa 15 Temmuz’da iradesine ve geleceğine ölüm pahasına sahip çıkmış bir halktık ve merhamet ittifakıyla bütün mazlumlara yardım ulaştırabiliyor, savaş mağduru milyonlarca mülteciye bütün provokasyonlara rağmen ev sahipliği yapabiliyorduk elhamdülillah.
***