Mecnun yerde bir yaprak gördü. Baktı vefakâr bir kalem yaprağın
üzerine Leylâ Mecnun isimlerini yan yana yazmış. Tırnağıyla Leylâ
ismini kazıdı. Yalnız kendi ismi kaldı. Görenler bunu
anlayamadılar.
“Niçin birini kazıdın” dediler. Mecnun: “Böyle iyidir, bir isim
ikimiz için kâfidir” dedi. “Birisi aşığı kazırsa sevgilisi oradan
fışkırır.”
“Peki niçin Leylâ'nın ismini kazıdın da kendi ismini bıraktın” diye
sordular. Mecnun: “Onun kabuk benim iç olmamı doğru bulmuyorum”
dedi. “Ben dosta örtü olmalıyım. Ben kabuk olmalıyım, o iç” (Nizami
/ Meb yayınları).
Sevenler neye örtü olduklarını biliyor mu? Neredesin ey aşık? İçi
var, içi var, içi... Biz evet hayırlarla senlik benlik davalarıyla
vakit tüketirken, aşk işçileri bir mayıslarda değil, bin yıllarda
bin bir asırlarda mesai yapıyor. Kesintisiz zikir misali. “Dünyanın
bütün işçileri birleşin” demez aşık. İşçiyi ayırt etmez işverenden.
Misafir de sensin der, ev sahibi de. İşçi de sensin, işveren de,
patron da sensin köle de. Mülk senin der. Ayırmaz, içine dahil eder
zerreden küreye ne varsa.
Sevmekle kıyılıyor nikâh. Nikâha dek nikablı sevdiğin. Nişan
alıyorsun aşka. Aşk olsun. Dünyanın bütün sevenleri birleşmiştir
artık! Gerisi sevemeyenlerin derdi. Bizlerin.