Mevsimler dönüyor, elma ve şeftali bahçelerini, zeytinlikleri, nar, ayva ceviz ve kestaneyi, meşe palamutlarını, ahlat ağaçlarını geçiyoruz, dönüyoruz dönüşüyoruz. Yol uzuyor, biz yaklaşıyoruz. Büyük şehrin semt isimleri giderek taşranın ilçelerine, kasabalar terk edilmiş mezralara karışıyor.
Adım başı isimli isimsiz azizlerin mekânı, ören yerleri, türbeler. Bir kısmı ziyarete açık, onarılmış, turistik talepler için düzenlenmiş. Birçoğu metruk. Gönüllerde makes buluyor her birinin beklediği anlam. Açılan avuçlarda yükseliyor dualar semaya, farklı dillerde akıyor gözyaşı, yakarış. Ve umulmadık tabirleriyle birbirini kovalıyor rüyalar.
Memleketin taşralarında çınaraltı sohbetleri devam ediyor. Avuçları buruş buruş, kaşları çatık, alınları terli ihtiyarlar. Semaver, seccade, tespih. Yine dualar, dualar. Kimi gönüller mutmain, kimileri çaput bağlıyor taptığı her düşünceye yoruma.
Hayratlarda durup yaptıran kişiye dua ediyor, su içiyoruz. Bartın’da Dörekler köyünden geçerken “aaa İnciller mahallesi imiş” diyorum. Tıpkı Samandağ’da “Kabala” köyünü gördüğümde ya da Zile’de “Küçük İsa Köyü”nü duyduğumda heyecanlandığım gibi. Geçmiş uygarlıklardan bize kalarak bugünkü medeniyetimizi dönüştüren ne varsa kaynıyor, kaynaşıyor, dolanıyor ânımıza.
***
Hava soğuyor, sarkıt ve dikitler keskinleşiyor. Kasabanın tek kültür merkezi düğünler iç mekâna taşındığından biraz hareketleniyor! Beyaz eşya kampanyalarını, özel çekilişleri, kutlu doğumları takip eden ihtiyarlar yine memlekette yalnız, yine sabır büyütüyorlar tenhada. Çocuk ve torunların gelişini gözlüyorlar. Balını, tereyağını, sütünü pek çoğu marketten alıyor artık, tarlalar nadasta, ekinler bereketsiz, hasılat için mevsimlik işçiler yılda bir kez üst üste otobüslerle taşınıyor uzak diyarlara.