15 Temmuz işgal girişimini külli iradeyle savuşturduğumuzdan
beri bölgede sanki Pkk/Pyd'nin, Daeş'in terör devletleri
kurulmuyormuş gibi, her gün siviller katledilmiyormuş gibi, her şey
normal seyrindeymiş gibi 'insan hakları diplomasisi'nin diliyle
uzlaşmamız bekleniyor.
Terör örgütlerinin döktüğü kanla tehdit ediliyoruz ama barış ve
hümanizm söylemlerine sığınarak suspus olmamız isteniyor. Bizzat
müttefikimiz olan aktörler tarafından yönetilen piyonlarla gözdağı
veriliyor. Tehdit ediliyor, vuruluyor, kışkırtmalara karşı
direnmeye çalışıyoruz.
Fetö ve Pkk'nın kendinden müstakil güçler olmadığını burada yaşayan
ve kendi hayatında bedel ödeyen hemen herkes farkında uzun
zamandır. Ortadoğu üzerinde emelleri olan aktörler kan dökerken
kapı pencereyi kapatıp, sınırımızdan köylere atılan roketlerden
ölen sivilleri sineye çekerek, canlı bombaların katlettiği
şehitlere göz yumarak, daha fazla başımız ağrımasın dememiz
isteniyor.
Barış nidaları atarak en kanlı hendekleri açanlara barış adına göz
yumalım isteniyor. Küresel güçlerin hakkımızda alacağı kararlara
razı gelelim. Bunun da adı “yurtta sulh cihanda sulh” olsun
deniliyor. Bunu yapmadığınız, karşı koyduğunuz, hakkaniyet adalet
ekseninde direniş uyguladığınız zaman ise faşist dikatörlükle
yönetiliyor olacaksınız.
Fetöcülükten yanlış yere açığa alınanların oranı yüzde 90'lardaymış
gibi, hızla yapılan iadeler hiç yokmuş gibi bir algıya teslim
olalım isteniyor. AKP kendi muhaliflerini susturmak istiyor diyerek
demokrat kılıklı katillerle, gizli ve aleni savaş çığırtkanlığı
yapanlarla, terör seviciliği yapanlarla uzlaşalım isteniyor.
***
Eğer AKP ile MHP birlikte anayasa yapmaya soyunurlarsa, başkanlık
için ittifak ederlerse, ülkenin otoriter bir yapıya teslim
olacağından endişe edenlerin sayısı artıyor. Elbette bu risk her
siyasi ittifak için geçerli. Fakat: Adalet ve hakkaniyet temelli
bir karar mekanizması ve yönetim ülkücüler tarafından hiç
olmayacağına dair bir önkabul vicdani olabilir mi?