Bayramda ne vakit şehirde kalsam içimdeki İstanbul’un sayfalarını çevirmeye başlıyorum. Doğduğum şehirde bayramlaşmak, akıp giden yılların unutulmuş hatıralarını yeniden canlandırıyor. Hep bir hüzün bulutuyla geziyorum tepemde. Görünmeyen bir İstanbul var gönlümde. Ona duyduğum özlemi, arzuyu, hayallerimi her daim yanımda taşıdığımı iki üç günlüğüne tenhalaşmış bir İstanbul’da iyiden iyiye hatırlıyorum çünkü.
Herkes gitti şimdi, ya memleketine ya tatile. Bu kez hatıralarıma eşlik eden bir dergi oldu: Düşünen Şehir. Kayseri büyükşehir belediyesi adına merhum Akif Emre’nin danışmanlığında yayın hayatına başlamış olan genç bir dergi. Onun her sayfası görünmez kentlerimi bana hediye eden bir bayram hediyesi oldu bu kez.
Yapım aşamasından başından beri haberdar olmama rağmen, hatta yayıncısı Dursun Çiçek’in incelikli ve titiz çalışmasının ürününü daha pek çok başka çalışmalardan bilmeme rağmen, Düşünen Şehir’in sayfalarını çevirmek ilk kez bu kadar ilham verdi bana.
Beni düşünen bir şehir nasıl olurdu diye tahayyül etmeye başladığımda Sevda Tepesi’nden yükselen martı çığlıklarını ve yaz ikindilerinde Boğaz’ın serin poyrazını çağırdım bayramlık İstanbul’a. Sonra “şehri bizim sevmemiz yetmez, bizi seven şehir olmalı” diyen cumhurbaşkanının sözlerinden mülhem, beni seven şehirleri düşündüm. Çevirirken derginin sayfalarını, tevafuk işte, Italo Calvino’nun ‘Görünmez Kentleri’ üzerine Modern dünyada görüntünün egemenliğinden açılışını yapan şahane bir yazıyla çarpıştım. (Mustafa Söğüt.)
Calvino’nun bu çok sevdiğim eseriyle birlikte, 70’li yılların İstanbulu’nu andıran bir sessizlik, tenhalık ve kuş cıvıltıları içinde, açık penceremden duyulan horoz ötüşleri eşliğinde, bayramda şehrimin iç seslerini işitmeye başladım. Bu da beni sevdiğim şehirlerin gönlüme dokunan yüzlerinde bir gezintiye çıkardı. Şehir ki gönüldür, sevdikçe genişliyor, seviliyor, içine dahil ettikleri giderek aşık oluyor, maşuk oluyor.
***