Geçen gün birkaç anne ve eğitimciyle birlikte sohbet ederken içlerinden biri anlattı. Ufak çocuk kiraz ağaçlarının önünden geçerken annesine hayretler içinde şöyle seslenmiş: “Anne bak, ağacın dallarına kiraz asmışlar!” Beş altı kişiydik, hep birlikte güldük önce. Fakat hemen ardından aynı anda bu gülüşün acı bir gülüş olduğunu fark ettik.
Evet bugünün çocukları uzun zamandır domatesin markette yetiştiğini, suyun kaynağının musluk olduğunu vs sanıyorlardı ama kirazın bir meyve olduğuna ve her meyve gibi doğada yetiştiğine hepten yabancı kalmak üzereydiler. Hayatı elektronik âlemler ile devasa siteler arasına kuran tüketim dünyasında çocukların gerçeklerden ne kadar kopuk olduğunu gördükçe kendimize ağlamalıyız her şeyden önce. Ya da kendimize gülmeliyiz acı acı.
“Gençler okumuyor” genellemesi üzerinden sadece gençlere değil yetişkinlere de eğitim vermek gerektiğini farklı alanlarda ele aldığım bu üçüncü yazıda, tatbiki eğitim ve nefsini bilme pratiklerinin ivedilikle eğitim müfredatına konulmasını ve eğitim sisteminin bu yönde düzenlenmesinin önemine bir kez daha değinerek devam edeyim.