Günümüzün post kapitalist liberal küresel hayatında kadın dünyanın doğusunda ve batısında o kadar fazla görünür ve görünmez şiddete maruz kalıyor ki, insan haklarına, adalete ve kanunlara, sosyolojik verilere esir bırakıyoruz kadın imgesini. İşte daha yeni, gencecik bir hanım öğretim görevlisi katledildi bir öğrencisi tarafından.
Evet, kadın erkeğin en büyük sınavı. Ve iki ayrı parça olarak gördüğümüz sürece elbette ki mağdur. Ve elbette bu mağduriyet giderilmeden hiçbir başka bakışa geçilemiyor toplumlarda. Lakin biz ötesinden bahsedeceğiz. Kadın; cinsiyetinden ibaret olmadığı gibi, sosyolojiden de, psikolojiden de, kapitalizmdeki rollerinden de ibaret değil çünkü.
Bir kadın olarak şimdi kadından bu şekilde bir nesne olarak söz ederken bile aslında görünmez bir şiddet uyguluyorum. Çünkü kullandığımız dil, baskın olan erkek dili. Yine de kadına farklı niteliklerinden bakmayı hatırlamamız gerekiyor, benimkisi dil üzerinden olacak; ilişki için, varlık için, kalp için…
***
Uzun süredir farklı yönlerinden ele alıp yazdığım mayamızın sırlı diline (ki ‘Yunusça’ diyorum) biraz da kadından yaklaşalım. Çünkü maneviyatımızın ümmi dilini, bilmeden konuştuğumuz kalbin anadilini öncelikle kadınlar konuşuyor. Belki de susuyorlar demeliyim. Anadolu kadınlarının sustuğu dillerde yaşıyor Yunusça. Ya da mırıldandığı diyelim. Türküsüyle, duasıyla, ninnisiyle, hatırasıyla.
Ama hepsi bu değil. Bizde öyle bir üslup vardır ki, kadim hayatımızda kadının susarak konuşması, görünmez bir hakimiyet alanı olmuştur, gündelik somut yaşama olduğu kadar ev içindeki / gönüldeki mana dilinde de.