Dört yıl önce bu vakitler oradaydık. Mina'da. Son yirmi yılı
birbirinden vahim facialarının gerçekleştiği Mina'ya diğer pek çok
Türk kafilesi gibi geceyarısından sonra intikal etmiştik. Sabaha
karşı ibadetimizi bitirip tekrar Kabe'ye dönecektik. Mina'daki
olası izdiham anlarında oradan ayrılmış olma gibi bir olanak
sağlamıştı bize tur şirketleri.
Gün batımında Arafat'tan ayrılıp Müzdelife'ye dek olan yolu
yürümenin ne müthiş bir şey olduğunu fark etmiştim. Çünkü ancak
milyonlarca insanın arasında yürürken, insanın ünsiyet kurabilen,
çoğul bir varlık olduğunu, her şeyi kapsadığını vs. idrak etmeye
başlıyordun. Ömrümde ilk kez kanlı canlı şahit olmuştum bu kadar
insanın bir arada varolduğuna. Hep birlikte aynı şeyi yapmak, yani
yürümek... Hareket etmek. Devam etmek. Hiçbir şekilde kesintiye
uğramamak. Akışla akmak. Kainatın ritmine dahil olmak... Buna
vücudunla şahit olmak gerekiyormuş. Ekranlarda seyretmek gibi bir
şey değil.