Bahar gelmiş, gönüller genişliyor, çiçeğe bürünmüş dallar beyaz
bir örtü gibi geceyi süslüyor. Şükretmek için ellerimi semaya
kaldırıyorum. Evlerinden uzakta ölüm kalım savaşı verenlerin
baharını tahayyül etmeye çalışıyorum. Analarından babalarından
kopmuş, öksüz, yetim çocukları. Burada veya sınırın öte yanında; ne
fark eder. İnsanın içi kıyılıyor.
Oysa bahar yine de geliyor. Gelme desek de geliyor. Zalimin de
baharı karşılayan elleri var. Onun da erik ve kiraz ağaçlarının
altında sevdikleriyle birlikte çekilmiş bir fotoğrafı var. Genç
kızların eline silah verip terörist talimi yaptırırken bile seveni
var, sevdikleri var.
Böyle bir şey işte insan. İyideki kötü, kötüdeki iyi; iç içe.
Unutan, hatırlayan, acıtan, merhamet eden, söven, seven... Kendini
her koşulda dürüst, temiz, vicdanlı bulan ve her koşulda
haklılığına gerekçe devşiren insan. Her şey yolundayken, razıyım
diyen... Başına bela gelir gelmez ona buna hakaret eden, suç atan,
sataşıp saldırganlaşan insan. Sorulduğunda ideolojik felsefi en
yetkin cümlelerle hayatı anlatan; zorluğa düşer düşmez benliğinin
en alt basamaklarına yuvarlanan, nefretine, öfkesine hakim
olamayan, durmadan kendine ve başkalarına zulmeden...
***
Şimdi memleketimizde ve bölgemizde zihinaltımızı dehşete
sürüklemeye çalışan kanlı kansız her türlü terörün görünür yüzünden
bize bakanlar da insan: Yerlerini yurtlarını bırakıp denizde
boğulmak pahasına yollara düşen savaş mağdurları. Onların cesedi ya
da dirisi; küresel vicdana çomak sokuyor her saat.
Kanlı ittifaklar kurarak saldırganlıklarını akademik / ideolojik
süslemeleriyle meşrulaştırdığını sanan otuz yıllık katiller ise
savaşın daha başka bir sonucu olabilirmiş gibi yüksek perdeden
tehdit savurmaya devam ediyorlar. Halk savaşı, kutsal direniş, cart
curt.