Tel Aviv Havaalanı'nda durum girerken de çıkarken de farklı değildi. Çok sıkı soruşturma ve aramadan geçiyordu doğulu batılı bütün yolcular. Beş yıl önceydi, yanımızdakilerden birini havaalanında bir saat kadar alıkoydular. Sonra da sebep söylemeden bıraktılar.
Caydırma amaçlı olabilir diye düşündük. Bir daha gelmeyelim, Mescid-i Aksa’da namaz kılmayalım filan diye. Batılıların gözüyle buraya bakmaya çalıştık. Batı Şeria Duvarı'nın hikayesini, gündelik hayatta Filistinlilerin uğradığı tacizi ve vicdanlardaki sessizliği, Filistinlilerin işgale uğrayan ve durmadan yıkılan, yerine yerleştirmeci konulan evlerini filan bilmeyenler için gündelik hayatta her şey normal seyrinde akıyor gibiydi.
İsrail’in başarılı bir piar çalışmasıyla onun hakimiyeti, belediyeciliği, yönetimi altında ancak devam edebilir gibi bir algı oluşturulmuştu burada. Turistler de “eee” diyorlardı “n’apalım, madem bu fakir fukara Filistinliler terör uyguluyor, İsrail tabii ki önlem alacak.” Ve razı oluyorlardı gümrükte didik didik aranmaya.
Ama bir tek biz Müslümanlar Filistinlilere yapılan zulmün aslına muhatap oluyor ve bunun bedelini ödüyorduk. Canımızla, kanımızla. Öle öle ödüyorduk. Küresel diplomatik dile dökülecek bir yanı yoktu bu derin mazlumiyetin.
İslam dünyasında da durum farklı olmadı. Her gün hayatı Filistinlilere dar edecek uygulamalarda bulunan İsrail yönetimi, bu gücünü büyük ölçüde Müslüman dünyanın dağınıklığından, birtakım teşkilatların yaptırım gücü dahi olmayan kınama kararlarından, çıkar ilişkisine odaklı zengin ülke liderlerinden aldı, alıyor.
Müslümanları birbiriyle çatıştıran küresel aktörleri suçlamanın yeterli olmadığını, bu çatışmaya teşne olan Müslümanların iç çekişmelerini burada uzun uzun anlatmaya sayfalar yetmez.