Saraybosnalı Amina Siljak Jesenkovic, sevgili arkadaşım, Gerçek Hayat dergisinde çok isabetli yazmış. Kültür sanat dünyasında ideoloji üzerine kurulmuş grupların bir alanda, bir dalda monopol olmalarını bir türlü kabul edemediğinden başlıyor. Bu tekelcilik içinde olanların kendi tayfasından olmayanlara dışlayıcı davranmasından ne kadar çektiğini kendi tecrübelerinden de yola çıkarak anlatıyor.
Onu okurken küresel ölçekte de böyle olduğunu, dünyanın ‘seküler inançlı’ gruplarının tevhid inancından gelenlere karşı duyduğu doğal ve normatif bir üstünlük duygusu olduğunu hiç unutmuyorum. Çünkü tastamam böyle bir eğitimden ve kültürden gelmiş biriyim, Müslümanlığımı aşk ile almazdan evvel.
Dolayısıyla dışlamıyor, inkar etmiyor, ikiliğe düşmeden anlamlandırmaya çalışıyorum hep. Çünkü gerçeğin içi var, içi var. Ne var ki durmadan hakarete, aşağılamaya, iftiraya maruz kalmak oluyor yegane karşılığı.
Romanlarımı, yazılarımı “nasılsa o sonradan bu mahalleye geldi, bize yeni bir şey mi söyleyecek” diye küçümseyerek göz ardı edenler ile “o zaten yobaz oldu” diyerek hor görenler arasında “atın atın, bunlar benim sermayem” diyerek...
***
İnançlılara karşı Amina’nın dediği bu doğal kibrin, bu üstünlük önkabulünün yerini hiçbir şeyin tutmadığını biliyorum ama içeriden. Tahammülsüzlüğün de nefretle olan ilişkisine fazlasıyla aşinayım. Nefret ise adalet yerine zulme hizmet ediyor hep.