Nedir öğrenmek diye kabaca sorulunca ilk cevabım şu oluyor hep: Kalpten kalbe geçmek. Nasıl olacak bu? Bir bilgiyi dışarıdan içeri aldığında seni dönüştürmüyorsa, nefsinde karşılığı yoksa, o öğrenilmiş olmuyor. İspatını hayatında, kalp ilminde yapamadığın bir bilgiyi canlandırmış ve aslında öğrenmiş olmuyorsun.
Tatbiki yapılmadığında, senin içinde neyi dönüştürdüğünün alameti gelmediğinde şuradan şuraya aktarılıp gitmeye devam ediyor bilgi. Kitaplığında tozlanan bir biblo gibi, ölü nesne! Sözel, felsefi, fikirsel, düşünsel olarak.
Gerçi bugün buna da öğrenmek diyoruz. Çünkü her yer ve her boşluk muhakkak ki bilgiyle dolu ve biz ilmin ortasında alim olduğumuzun sanrısıyla her bilgi kırıntısını çuvala atınca onu öğrendiğimizi sanıyoruz. Daha ziyade saman çuvalı bu.
Faydasız ilim misali. Yükü ağır, taşıyıp duruyoruz binbir zahmetle. Sonra bir bakıyoruz, bir arpa boyu yol katetmemişiz. Çünkü iç dünyamızda dirilmiş bir yansıması, bir göstergesi yok.
***
Evet buradan sıçrama yaparak daha önce defalarca yazdığım eksik veya gaflet dolu eğitim yöntemlerimizin canlı bilgiye dönüşmesi için gerekenlere dair yeni bir yazıya dalmaya başlıyorum.