Leyla ve Mecnun bizim gönül dilimizin kanatlı kuşları, irfan geleneğimizin capcanlı mecazlarıdır. Kalbimizin en mahreminde, sırrımızı mayalayan sevgililerin gece gündüz dağda bayırda urganda yorganda buluşma noktasıdır.
Her şey ile her şey arasındaki bağın gücünü simgeleyen hakikatimizin nurundan bir tecellidir buluşmalar. Zorla değil, gönülle buluşan yer ile gök misali, seven ile sevilenin nikahı kıyılmaktadır zerreden küreye. Ta ki Yunusça’mızın bir merhalesinde “Benem ol aşk bahrisi, denizler hayran bana / Derya benim katremdir, zerreler hayran bana” sırrını açalım.
***
Şimdi bakmayın Leyla ile Mecnun’u etten kemikten tarihi bir karakter olarak yorumlayan psikoloji ehlinin tabirlerine. Benliğin en alt katmanındaki nefs-i emmare seviyemize bilimsel analitik yöntemler ile derman arayanlar ve kendilerine ‘ruh’ doktoru diyenler Kays’ın Leyla’ya olan aşkının patolojik boyutunu görmekten öteye bakamıyor. Leyla ve Mecnun bugün yaşasaydı onların aşkını patolojik olarak niteleyip tedavi edebileceklerini söyleyebiliyorlar.
‘Ruh’ doktorları yaşadığımız çağın sorunlarına çözüm ararken insanın değişmeyen özünden kaynaklanan kin kibir kıskançlık gazap şehvet hırs tamah riya gibi benlik zaaflarının üstesinden gelmeyi tevhid gerçeğinin yöntemleriyle hedeflemedikçe insanlığın (dinin) tamamlanmayacağı fikriyle pek ilgilenmiyorlar.
Daha ziyade bu devrin küresel akımlarından hümanist bir bakışla insanı birtakım çağa ait tanımlamalara indirgiyorlar. Davranışsal, varoluşsal yöntemlerle insanın ruhunu kanatlandırabileceklerini düşünüyorlar. Bu sebeple bilimsel malzememiz karakterler, hikayeler, kurgular, algılar, yorumlar, sezgiler oluyor ister istemez. Bol bol bilgi aktarımı yaparak ve örnekler vererek, analiz edip yorumlayarak farklı benlik sentezleme metotları arasında mekik dokutuyorlar ‘hasta’larına.