Hepimiz uzun yıllar sonra ilk kez memlekette bir araya geldik bu bayramda dedi komşum. İki aydır köydeyiz. Ne güzel denk geldi. Çoluk çocuk torun, güzelce döktüler kurtlarını. Ne hastalık kaldı, ne mızmız, ne tutturmaca. İnsan gibi hayata dahil oldular.
Bir yakın arkadaşım keza, aynı şeyi söyledi. Derken bir baktım bu yaz iki bayramın da tatile gelmesi vesilesiyle sosyolojik bir vakıa oluştu. Birbirini uzun zamandır görüp halleşemeyen aileler memlekette buluştu, daha uzun vakit geçirip, bir arada yaşadılar. Anadolu’nun bütün köyleri, kasabaları şenlendi. Issızlığa terk edilmiş hanelerin ocağı yandı, bahçeler çapalandı, kökler sulandı. Çoluk çocuk özgürce oynadı. Kabirlere taze çiçekler geldi.
***
Halbuki yıllar var, köyüne yazın on beş gün sayfiye yeri olarak muamele etmek dışında hiç uğramadan yaşıyor küresel dünyanın mega kentlileri. Köyden kurtulmak için ve büyük şehrin kaloriferli, akan sulu, marketli, asansörlü hayatına dahil olabilmek için kadim kültürlerini terk ettiler. Hem törelerini, hem dini geleneklerini, hem bilgelikle dolu taşra kültürlerini, hem de doğa ile ilişkilerini demode bulup terk ettiler. Unutmak istediler.
Kaç kuşak şehirde doğduğu halde ne köyüne gidip köyünden zevk almayı öğrendi ne de şehirli beyaz yakalıların hakim kültürüne kendini dahil hissedebildi. İki arada bir derede yaşarken elbette çok müthiş bir tecrübe elde ettiler ama nihayetinde onların da çocukları artık domatesin markette yetiştiğini, suyun kaynağının musluk olduğunu sanarak büyüdüler AVM’lerde.
Yeter ki büyük şehir olsun diyerek sıkış tıkış, iskan alınamayan evlerde oturup, beyaz eşya dükkanlarında ömür tükettiler. Mevsimlerle, hayvanlarla, toprakla, suyla yaşamayı unuttukça egzozu, betonu, hipermarketi modernliğin tek ölçütü olarak kutsadılar.