Karanlığın gözlerinde bir mum yanıyor geceleyin, yaklaşıyorum,
görebilmek için yüzünü. Geceleyin yazabiliyorum ancak. Asıl
yaşantım o vakit başlıyor. Bir pervane gibi, mum alevine vurgun,
yüzündeki gölgelerin kıpırdanışını seyrediyorum.
Senin yüzün; içinde her şeyin. Evvelinde, sonrasında. İçi var, hiçi
var, ta ki olmaya!
Gündüzler sert. Kan çanağı bu dünya. Fesat nefret intikam haset
fitne. Gündüz atılan tohumlar geceleyin çatlasın diye bekleyenlerin
uykusu kaçıyor. Gecenin örtüsü sadece aşk. Aşkı örten, aşka örtü
olan gece.
Mumla dost olmuş gönlü kırık pervane dedi ki: “Gündüzü ne yapayım?
Benim gündüzüm sevgilimin yüzündeki parlaklıktır. O olmayınca
gündüzüm karanlık gece olur bana” (Şem ve Pervane. Fehmî ve
Şebüsterî'den. Mehmet Kanar, İnsan yayınları).
Kendi bahtına sesleniyor pervane. Ateş haresinin çekim gücüne
kapılmış, yaklaş, daha da yaklaş komutuna amade. Kaderini
seviyor.
Aşk namazını kılacağın gece diyeceksin ki: Gönül imamdır bize.
Bekleyip sabredenler beri gelsin! Bin aydan hayırlı gece.
Zaten hiçbir şey yoktur ki zorla gelsin. Her şey gönüllü geliyor
gönüllü gidiyor. Sonra anlarsın ki, gecenin en karanlık anında, ne
gelen var ne giden.
Yâr yüzüne müptela, ıstırabını zevk edinmiş pervane. Ateşini bahçe
edinmiş. Ama yüreğindeki yangın sinesini tutuşturup alevlendiriyor.
Mumun yanı başında, onun alevinde usul usul eriyor, küle
dönüyor.
Yeryüzünün en cılız alevli mumu ise uzun nöbetinde. Yandıkça
kendini eritiyor. Kendi ateşine mahkum, pervaneye rakip.
Mum ile pervanenin dostluğuna gece şahitlik ediyor. Tutuşan sineler
arasında bir yerde, bir vakitte, pervane yârinin vuslatına
eriyor.
Ey gece nelere kadirsin! Sırrını içine atıp sırattan geçenlere
müjde.