Ne de olsa modern hayatta uluslararası düzeyde kabul görmüş bir sanatçının aynı zamanda müslüman olması mümkün değil diye bakılıyor. Öylesine ikiye bölünmüş zihinler. Bilimsel bilgiyle manevi bilginin bir bütün olduğunu dahi kavrayamayacak kadar bölünmüş, bilgiyi bir bütün olarak değerlendiremiyor modern insan. Kanıt peşinde koşayım derken gerçeği kendi dışında arıyor.
Buğday bu işte. Tohumun karnındaki elif’i. Kimini ayıran çizgi, kimini birleştiren.
Mesela bir film ki adı Buğday (eşim Semih ile birlikte yazdık senaryosunu) dinî bir kıssaya dayanıyorsa, bu zaten bilimden kopuk oluyor kimilerinin kafasında. Din deyince, küresel dünyayı yönlendiren batının laik/dini olarak ayırdığı zihin gereği bunun bilimi dışladığı önkabulü var. Ki filmimizde bu önkabulle dünyaya bakmanın 'bütüne bütünden bakıp bütünü bulabilme' marifetimizi nasıl unutturduğu ve nelere malolduğu anlatılıyor zaten.
Başrol oyuncumuz Jean Marc Barr, ünlü yönetmen Lars von Trier’in tüm filmlerinin aktörü. “Burada yepyeni bir ahlak anlayışı keşfettim” diyor. (Bkz. söyleşi Olkan Özyurt, Sabah) Çünkü bilgiyi ayırmak, bölmek gibi takıntısı yok. Gönül bütün, onun gibi perdesizler için.
Bugün, “filminiz bilimsel bilgiyi dışlıyor” diyenler kusura bakmasın: Filmin dayandığı Musa-Hızır kıssasındaki ledün ilmini ne bilimsel bilgiyle sınırlandırabilirsiniz ne de bilimsel bilginin dışında kalan diğer bilgi çeşitleriyle! Filmde seyirciye din bilgisi aktarımı yerine hayatın bugününde canlı somut olaylar içindeki manada derinleşebilsinler diye kişisel tabir gücüne dayalı sinematografik bir anlatı sunuluyor.
Talebimiz tabii var, seyircinin kendini eserin içine katma marifeti. Ama Trier gibi hıristiyan ögeleriyle dogmayı anlatan bir usta yönetmeni yere göğe koyamayanların Kaplanoğlu’nu “ama inancı kutsuyor” diye mahkum etmeleriyle perde bazılarına hep kapalı kalıyor sinemada da hayatta da!