Deistler şöyle, mistikler böyle, ateistler öyle diye diye yaşantıya geçirilemeyen bilgilerle felsefi düzeyde amel ediyordu her inanç grubunun teşhircisi. Her birimiz kendi soluğundan, kendi teri ve gözyaşından örülmüş bir tuzağın içine düşüyorduk varlığın Hakla kaim olduğunu ispat edemediğimiz sürece.
Nasıl da ayağımıza dolanıp duruyordu bitimsiz sıfatlar, tanımlar, tasnifler, iddialar, yorumlar! Seninle ben “terinden/ derinden açılır güller Muhammed” dizesinde diz dize dizilene kadar hümanist kelebeklerle uçmuş, renkli kenar süsleriyle bezeli defterlere çiçek böcek kondurur gibi pamuk dedelerden aşk sözleri yapıştırmıştık.
Muhammedî yöntemleri pamuk dedelerin vaazı sanma yanılgısıyla uyutulmaktan bizar olmuştuk ikimiz de. Gülü sularken dikeni de büyürdü, dikensiz gül değildi ki güzel kokacak olan!
Atılan bombalar, terör, tuzak, nefret, intikam? Her an tecelli etmekte olan Hakkı sırf cemalinde arayarak, bizi tevhid gerçeğine götürecek olan celal cemal bir’lemesi nasıl sağlanacaktı? Nasıl sevdirilecekti peki güzel koku bize? Dikenini batıra batıra değilse! Bir gece yarısı uyuyan prenses uyandı. Pamuk dedeler sustu.
***
Bu sana ara ara yazdığım altıncı mektubum, can kardeşim. Cephe yoldaşım. Kapana kısıla kısıla. Manayı tabir ede ede. Yunus’un dediği gibi “bir ben vardır bende benden içerû” noktasında bütün katmanlı gerçeği dürülüp bükülmüş bulabilmek, zatında gerçek olabilmek için mücadele ediyorduk seninle ben.