azı dini cemaatlerin insanlığa ve kainata değil de salt kendi
menfaatlerine uygun hizmetkar yetiştirmeye dönüşmesinin altında
yatan en büyük zaaflardan biri, ferdiyyet sırrına vakıf
olmamaları.
İbn Arabi, Füsus'unda Muhammed kelimesini ferdiyyet bağlamında
açarsa da elbet her birimiz kabımız ölçüsünde paylaşıyoruz bu
sırrı. Cemaatlere gelen ortak bir rahmet olduğundan hareketle,
gönüllerin topluca irşad olabileceği yanılgısı aslında mürşid-i
hakiki'nin olmamasından kaynaklanıyor diye düşünüyorum.
Hızır ile hınzır arasında yazılışta bir harf farkı var ama bu
aslında sonsuz harfli bir leddüni dil farkı olmalı.
***
Kayyum olan, kendi kendine yeten, gerçek anlamda hür olan, sırtını
cemaatlere dayama ihtiyacı duymaz. Arkamda kim var diye sormaz.
Çünkü önünde, arkasında, her yanında olan kendi'dir. O! Salik de
benliğini aradan çıkarabildiği ölçüde, bütün aleme yansıyan ol
Adem'in mânâsını kuşanmış hale gelir.
İşte ferdin; varlığı kendinde buluşturma / cem etme marifeti,
varlığın Hakla kaim olduğunu nefsinde ve eşyada (enfüste afakta)
ispat etme kabiliyeti tevhide yaklaştırıyor bizi.
“Bende benden başkası yok” düşüncesi yeşerdikçe kainat tek gönül
oluyor. Evden çıkan yine eve çıkıyor. Bu yolculuğun neresinde
olduğumuz da ferdi bir sır. Çünkü cemaat bahçesinde birörnek güller
yok, her gül başka kokar.
Batı'dan öğrendiğimiz ve eşyayı tasnif ederek algılama konusunda
zihnimizi bölen ilk sözcüklerden biri olan 'öteki' kavramı
anlamsızlığını sergilemeye bu raddede başlıyor bana kalırsa. Öteki,
başkası, yabancı, ağyar...
Bu algı ortadan kalktıkça, her baktığın yâr oluyor. Bizim