Leyla İpekçi Yeni Şafak Gazetesi

“Seversen olayım yârin İstanbul!”

Terörün hedefi sivillerin kanını dökmek suretiyle şehirlerde dehşet yaratmak. Evet terör şehirle özdeş bir kavram bugünün dünyasında. Ama terör İstanbul gibi bir şehirden hiç...

06 Haziran 2017 | 84 okunma

Terörün hedefi sivillerin kanını dökmek suretiyle şehirlerde dehşet yaratmak. Evet terör şehirle özdeş bir kavram bugünün dünyasında. Ama terör İstanbul gibi bir şehirden hiç uzaklaşmış olmasa da, onu bir türlü rehin alamadı, alamıyor. 

Geçtiğimiz günlerde Cumhurbaşkanı Erdoğan fetih yıldönümü vesilesiyle söyledi. Şairlerin en güzel şiirlerini; romancı, hikâyeci ve denemecilerin en güzel eserlerini İstanbul’a adadığına, mimarlarımızın en güzel projelerini bu şehir için çizip mühendislerin en güzel tekniklerini bu şehir için geliştirdiğine işaret etti.

Aşık Veysel’in “seversen olayım yârin İstanbul” dizesini hatırlatarak“ İşte bizim de bu şehri sevmemiz yetmiyor, kedimizi de ona sevdirmemiz gerekiyor” dedi. “Buradaki arkadaşlarımız için kendilerini İstanbul’a sevdirmenin yolu, ona en iyi hizmeti vermekten geçiyor.” Acizane şimdi onu yazmak da mini bir hizmet olsun İstanbul’a. Bu Ramazan vakti.

***

Yahya Kemal’dan, Haşim’den, Tanpınar’dan veya daha önceki kuşakların İstanbul sanatından söz açıldığında aynı şeyi düşünüyorum: İstanbul saatlerle değişirken, en çağdaş sanatçının anlattığı İstanbul bile onun bugününü karşılamıyor çoktandır. “Artık o sanatçıların İstanbulu yok ki, elbirliğiyle bitirdik” diyeceksiniz. Ama İstanbul buna rağmen bitmiyor.

Bu hızlı değişim, bu dinamizm İstanbul’un kuşatıcı ruhunu oluşturuyor. Benim gibi burada doğup yaşamakta olan elli yaşına gelmiş biri için bu değişimi algılamak binlerce sayfalık bir serüvene bedel. İnsanın memleketinde dal budak salması ne demek? Eğer bu memleket İstanbul ise bizzat değişim demek.

Siz duruyorsunuz İstanbul’da, her şey geliyor, geçiyor, kalıyor, gidiyor, dönüyor, dönüşüyor. Böylelikle bir başka yere gitmenize gerek kalmayacak kadar ayağınıza gelmiş oluyor değişim. Çoktandır şehir değil burası. Ülke de denilemez. Kendinden menkul bir diyar.

Eskiden gecekonduculuk ve rant tartışmaları yapardık, şimdilerde kentsel dönüşüm ve rant tartışmaları aldı yerini. İstanbul’a gelen vurdu, giden vurdu, bir vakitler taşı toprağı altındı. Şimdi ne taşı ne toprağı kaldı. Ama hala altın! İşte bu İstanbul’un sırrı. Kimse tarafından tam olarak çözülemeyen.

Ne kadar çarpık yapılaşırsanız yapılaşın, ne kadar betona asfalta yenik düşerseniz düşün, ne kadar karmaşanın merkezinde olursanız olun, İstanbul için birbirinden doğru ne kadar olumsuz umutsuz cümle kurarsanız kurun. Sizi ters köşeye yatıracak bir sürprizi vardır.

Rant ve talan ehlinin elinde rehin düşmüş bir şehir olarak bahsedilen İstanbul’a bir yabancı tanıdığımız geldiğinde hayran kaldı daha yeni. Avrasya tünelinden geçerken, Sultan Selim köprüsünden ya da Marmaray’dan geçerken ellerini açmış dua eden yolcular görürsünüz nitekim. İstanbul celali ve cemali kendinde toplamıştır.

Geçen gün yeni mezun olmuş doğulu iki okurla sohbet ediyorduk. “İstanbul’da kalacağız” diyorlardı. “Ne yapıp edip kalacağız. Burada müthiş bir özgürlük var. Kendimizi buluyoruz.” Yüzlerine baktım. Kim bilir ne zorluklarla tutunmaya çalışıyorlardı burada.

Geleni içine çekiyor, öğütüyor, bırakmıyor İstanbul. Burada herkes kendi ihtiyacına göre bir kucak buluyor. Evet ülke bile değil artık İstanbul. Hicret ile geldiğin yerde dahi yine kendi memleketinde olduğun yer!

Anadolu ve Avrupa yakası gibi, gökdelenleriyle klasik mimarisi gibi, eskiyle yeniyi, dostla düşmanı, yerliyle yabancıyı, doğuluyla batılıyı şehirliyle taşralıyı bütün ikilikleriyle, zıtlıklarıyla kendinde topluyor. Tam bir tevhid mahalli. Zamanları, mekanları, ilişkileri, çelişkileriyle devam edişin, hiç bitmeyişin simgesi. Gönül  İstanbul. Evden çıktığında da eve çıktığın.

Ayıran ne varsa birleştirici oluyor İstanbul’da. Zıtlıklar bütünlemeye yarıyor, eksiklikler tamamlanmaya hizmet ediyor. Hiç bitmiyor fetih. İstanbul fetihlerimizin anayurdu. Bitmiyor çünkü sevdikçe genişleyen gönül o.

***

Ramazan deyince İstanbul geliyor aklıma. Sahil camileri, açık havada kurulan kalabalık iftar sofraları, teravihler ve çay. Diyeceksiniz ki ne çok eleştirecek şeyi var. Sahura dek düzenlenen Ramazan eğlencelerinin, sokak ortasında döndürülen semazenlerin mesela mânâyı boşalttığından mı, dilimizde iftar ve sahurun bir keyif vesilesi olarak kodlanmasına yol açan korkunç pazarlamacı dilden mi şikayet edelim? Hepsine defalarca evet.

Buna rağmen hâlâ İstanbul zevki, İstanbul neşesi Ramazan. Daha yeni avlusuna beton döküldüğü için kıyamet kopardığımız Süleymaniye’nin önündeki meydanda, kuru fasulyecide iftar açarken burayı nasıl sevdiğimizden konuşabiliyoruz. Ya da Üsküdar meydanını mahvedecek bir projeye kızarken, kalabalığın karmaşanın ortasında çöküveriyoruz bir banka, ömrümün en etkileyici sala’sını okumaktadır müezzin Üsküdar’da. Peki bu nasıl oluyor?

***

Bugün neresini biraz eşeleseniz, elinize şehrin mayasındaki çeşitlilik gelir. Yüzyıllar üst üste yığılmıştır toprak altında. Metro kazılarında hep tarihe takılırsınız. Üstelik bu izler canlıdır. Belli bir toprak parçasında doğmakla, belli bir ırkın kanını taşımakla veya belli bir kültüre sığmakla çoğulcu ve büyük medeniyet olunamayacağının kanıtıdır İstanbul.

Burada her şey vardır ve tıpkı Aya Sofya’nın o her yerden toplanıp getirilen harcı gibi, bu hep böyle olagelmiştir şehrin kaderinde. Muhteşem iç içeliklerimizin ruhu hiç kaybolmaz burada. Aya Sofya’da bin yılı aşan o eski kapının belleğinde her inancın aziziyle velisinin serüveni iç içe geçmiştir.

Zamansız ve mekansız bırakır sizi insanı İstanbul. Dünyadaki her yerin yerlisi yapar. Ortadoğu ve Anadolu şehirlerinden de farklıdır bu yönüyle. Hem herkesle ve her şeyle göz göze gelirsiniz İstanbul’da, hem de ne kadar görmek istiyorsanız o kadar açar size kendini. Ayrılıklar kavuşmaya, sevdalar gurbete, gurbet bir Ramazan pidesi ve ince belli çay bardağına döndürür sizi.

Açtıkça örter İstanbul. Ne kadar teşhir ederse etsin, ne kadar yağmalatırsa yağmalatsın, mahremine kimse erişemiyor. İçi var, içi var İstanbul’un. Suretlerini çıkarıyor içinden, siluet bozuluyor derken bir bakmışız göğe doğru kanatlanıyor manası. Ama hiçbir şey yok olmaz burada. İstanbul, kimi tenhada, kimi kalabalıkta, kimi taç tepelerde canlı aşk şahitlerinin, kamillerin nefesidir çünkü.

“Ben İstanbul’u anlatırken aslında Türkiye’yi anlatıyorum” diyen Cumhurbaşkanı “İstanbul, Türkiye’nin özetidir” demiş. Acizane genişleteyim mânâyı: İstanbul sevenlerin gönlü, yârenlerin özetidir.

YAZININ DEVAMI

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Bu mecradaki son yazı 22 Haziran 2019 | 307 Okunma İstanbul’dan Elmalı’ya beldeleri merkez yapan nefes! 18 Haziran 2019 | 141 Okunma Öğrenmenin önündeki en büyük engel: Benlik kibri 15 Haziran 2019 | 274 Okunma Siyaset meydanı da ‘akleden kalb’e dahil 11 Haziran 2019 | 62 Okunma Birlikte geçilen kapılar, tek başına girilemeyen odalar 08 Haziran 2019 | 159 Okunma