Memleketten yola çıkıp ne vakit doğu istikametine yolculuk etsem benzer bir duyguya kapılıyorum. Bir vakitler Türkistan’dan, Horasan’dan, Bağdat ve Şam’dan hicret ederek Anadolu’ya gelen, hazineyi emanet niyetiyle burada sırlayan ve Anadolu’nun mayasına can katan alperenlerin tecrübesini canlandırma gayesiyle, şimdi de bizim buralara iade-i ziyarette bulunmamız icap eder diye geçiyor gönlümden.
Lakin bunun için öncelikle halis niyetli olmak, aksiyoner bir tavırla kalp ilmine her adımda yol açacak gayrette bulunmak ve tabii bugünün imkanları dahilinde had bilmek gerekiyor. Bir de acizane kendi hayatımda doğuya gitmek her seferinde bir manevi sefer niyetiyle vukuu bulduğu için, benlik perdelerinin biraz olsun kalkması umuduyla her şeye -içinden dışından -bakma ameli kendi kendine oluşuveriyor. Gördüğüm kadarıyla sadece bende değil, birlikte yolculuk yaptığım diğer taliplerde de.
Evet, gerçekten de hayatımın uzun bir döneminde bol bol Batı’ya yolculuk ettikten sonra, İskenderiye’den Amman’a, Halep’ten Beyrut’a, İsfahan’dan Kudüs’e çölden nehre, ovadan ormana hayatımın en uzun iç yolculuklarını yapmış olmamın muhakkak ki anlamı vardı. Enfüste ve afakta böyle bir yolculuğu talep edenlerin her şeye muhatabını bilerek bakma gayretiyle yakalayabildikleri ipuçlarını takip edecek denli bir uyanıklık içinde olması gerekiyor öncelikle.
İşte böyle bir niyetle, Türkistan Çimkent’te Yesevi hazretlerinin türbesinde dua etmek, Şam’da İbn Arabi hazretlerinin sandukasında el açmak veya El Halil’de Yusuf peygamberin makamında gözyaşı dökmek ile Konya’da Şems hazretlerinin, Elmalı’da Vahap Ümmi hazretlerinin veya Kastamonu’da Şaban-ı Veli hazretlerinin makamında ‘gönül kokuları’na aşina olmak bu manevi seferlerin manasını gönülde canlandırıyor. Ola ki hikmetine vakıf olabilelim.
***
Ve yeni bir manevi sefer niyetiyle geldik işte bir kez daha Seyyid Yahya Şirvani hazretlerinin Baku’deki türbesine. Nasıl bir nasipse! Üçüncü kez. Kahire’de turistik bir amaçla bir piramidin loş basamaklarından inmekten çok daha derin bir inişle! Yüksek basamaklı taş merdivenlerden içeriye, zihinden kalbe, gönül semalarından gönül arzına bir tecelli misali; kendi içine doğru ine ine… Derken bir güneş gibi parıldayan hazretin sırrına!